Genel Başkan Prof. Dr. Abdurrahim Karslı’nın, Merkez Parti’nin kuruluşu sırasında düzenlediği basın toplantısında yaptığı konuşmanın tam metni.
Değerli basın mensupları, çok kıymetli arkadaşlarım;
Bugün sizlerle birlikte, İnşallah istikbalimiz için; hepimiz için hayırlı bir tarihe şahitlik
ediyoruz.
Ben, sizlerin karşısına ilk kez çıkıyorum; ilk kez tanışıyoruz. Fakat şuna eminim;
bundan sonra sizlerle iyi anlaşacağız İnşallah.
Sebebi de şu; niye iyi anlaşacağınız derseniz; Bizim hareketimizin esas amacı
muhabbet, samimiyet. Riya ve yalandan uzak; milletin değerlerine sahip ve milletin
ortak menfaatini gerçekleştirmek için bir faaliyet ve hareketten ibaret.
Size şunu söylüyorum:
Başta ne söyledikse; bu salonda ne konuştuksa, ömrümüz olduğu müddetçe sizinle
aynı şeyleri paylaşacağız. Hep muhabbet iklimi içinde olacağız. Kavga yok! Birbirimizi
azarlama yok! İstişare zemini içinde olacağız. Ortak aklı üretmeye çalışacağız. Şahsi
menfaatimiz yok! Dolayısıyla, huzurlu bir ortam, huzurlu bir zemin, huzurlu bir faaliyet
içerisinde olacağız.
Olacağız derken; bizim inancımıza göre bu birliktelik mecburi.
Neden mi mecburi?
Arkadaşlar; insan, fıtratı gereği, yaratılışı itibarıyla tek başına yaşayamaz.
Başaklarıyla hayatını paylaşmaya mecburdur. Başkalarıyla hayatını paylaşırken;
başkalarıyla birlikte yaşarken, diğer mahlûkların fıtratına bir had konulmuş, bir kayıt
konulmuş. Ama insanın fıtratına konulmuş bir kayıt yok.
Yani aklı ile ifrata gidebilir.
Yani şehvet duyguları ile ifrata gidebilir.
Yani gadab duyguları ile ifrata gidebilir.
O halde, insanlarla birlikte yaşamak mecburiyetinde olan bu fıtratta yaratılmış bir
varlığa; insanın fıtratına kayıt konulmadığına göre, hayatında bir ölçüye ihtiyacı var.
İşte o ölçü ise hukuktur. Yani, hayatın esası, hayatın temeli, hayatın ölçüsü hukuktur.
Hukuk, fıtratın istediği bir şeydir. Adalet, fıtratın istediği bir şeydir.
İnsan, mahiyetine göre; yaratılışına göre; fıtratına uygun yaşamak, fıtratına uygu bir
hayat ister. Bu hepimizin fıtratında vardır. Bunu inkâr edemeyiz. İnsanda bir sürü
duygular var. Ama teşhis edemezsek bile; tespit ettiğimizi göremesek bile, inkâr
etmediğimiz bir duygu var ki; vicdan duygusu.
Kim elini vicdanına koysa, içinde bireyler hisseder. En önemli hissettiği ve arzu ettiği
şey de adalettir. Hürriyettir. Fıtratına uygun bir yaşama zeminidir…
İşte biz, sizlerle bundan sonra söz veriyoruz:
Bu fıtratımıza uygun bir zeminde muhabbetle ve istişare ile yaşamaya söz verdik.
Bugün buna başlıyoruz.
Emin olun; şimdiye kadar yaşadıklarınızdan değişik bir zeminde olacaksınız.
Bunu beraber göreceğiz İnşallah. Azarlanmayacaksınız. Kovulmayacaksınız.
Aşağılanmayacaksınız. Her meseleyi birlikte muhabbet zemini içinde konuşacağız
ve her toplantımızdan sonra göreceksiniz; hep beraber bir şeyler öğrenmiş olarak bu
toplantıdan dağılacağız. Yani, bizim için hayat bir mektep olacak. Ben zaten şimdiye
kadar bir mektebin mensubuydum, bir üniversitenin mensubuydum.
Biliyorsunuz: Benim hayatım üniversitede ve mektepte geçti.
Unutmayın. Size söz veriyorum:
Benim bundan sonraki siyasetim, kaç yıldır o mektepte ve medresede öğrendiğim
meselelerin geniş dairede sizinle birlikte yaşamasından ibaret olacak.
Yani, şimdiye kadar söylenildiği gibi:
Siyasetin esası yalan, siyasetin esasi maddi menfaat, siyasetin esası insanları bir
yerden bir yere taşımak olmayacak.
Siyasetin esası; bundan sonra, dürüstlük, pozitif bilimler, hukuk, adalet ve milletimizin
değerlerimizin bir yerden bir yere taşınması olacak. Dolayısıyla şimdiye kadar bir
mektepteydim. O mektebi bırakmadım. Şimdi sizinle birlikte ikinci bir mektebin
mensubu oldum: O da, hayat mektebinin mensubu. İşte bu hayat mektebinde
tarihimizden aldığımız mirasla birbirimizi güzel yerlere taşıyacağız. Nereye
taşıyacağız derseniz: Evvela; birinci hedefimiz milletin bütünlüğü.
Arkadaşlar, bizim arkadaşlarımla birlikte kabul ettiğimiz bir felsefemiz var. O da şu:
Kötüleri tasvir etmeyeceğiz.
Başkalarını çok tenkit etmeyeceğiz.
Şahıslarla uğraşmayacağız.
Biz, kaidelerle; kurum ve kuruluşlarla konuşarak bir sonuca gitmeye çalışacağız.
Biz, başkasını tenkit ederek değil, kendi düşüncemizi, duygumuzu, programımızı,
planlarımızı size anlatarak sonuca gitmeye çalışacağız.
Onun için burada bugün tenkitlerle uğraşmak istemiyoruz. Fakat memleketimizin ne
halde olduğunu hepimiz biliyoruz.
İşte bize göre memleketin bu halde olmasının en büyük sebebi hukuka ve ahlaka
riayet etmemek. Bakın öyle bir hale geldik ki; bu memlekette her şey olmak mümkün.
Ama ahlaklı olmak, ahlaki çerçevede kalmak, hukukla yaşamak adeta mümkün değil.
Neyin ne olacağı, ne zaman neyin tecelli edeceği hiç belli değil.
İşte biz diyoruz ki; biz bir milletiz.
Hem de nasıl bir milletiz:
Tarihe şan vermiş bir milletiz.
Biz bir milletiz.
Tarihe mal olmuş bir milletiz.
Biz bir milletiz.
Kuran-ı Kerim’de bir ayet var. Cenabı Hak der ki:
“Onlar Rabbini, Rabbi de onları sever”.
İşte biz, bu ayete mahzar mübarek bir milletiz.
Biz, manen ve maddeten çok büyük bir mirasın çocuklarıyız.
İşte biz, bu külli mirasımızdan mirasyedi yaramaz insanlar olmamak için sizin
huzurunuzdayız.
Dolayısıyla, bizim siyaset felsefemiz değişik:
Bizim siyaset felsefemizde yalan yok; dürüstlük var.
Bizim siyaset felsefemizde usulsüzlük yok, adalet var.
Bizim siyaset felsefemizde kayırmacılık yok; eşitlik var.
Bizim siyaset felsefemizde referans, referansla iş yapmak yok; kabiliyet, ehliyet var.
Size söz veriyoruz huzurunuzda:
Bundan sonra bunları birlikte yaşayarak göreceğiz. Zaten bunlar olsaydı biz siyaset
sahnesinde de olmazdık. Çünkü benim düşünceme göre hayat, bir faaliyetten
ibarettir. Aynen bir fabrikanın çarkları gibi. Ve herkesin de o faaliyet içinde; o
fabrikanın çarkları içinde, bir çark gibi bir görevi vardır. Ben de şunu düşünüyordum
hep:
“Hayatta Cenabı Hak bana da bir faaliyet nasip etmiş. O da üniversitede öğretim
üyeliği. Benim bu faaliyeti güzel yapmam lazım” bir.
3
İkincisi; kendime ait kırık dökük inancım var. Yani “inancımı yaşayıp mesleğimi güzel
ifa etmem lazım” diye düşündüm ve o faaliyeti ifa ederken emin olun öyle bir noktaya
geldim ki; gördüm ki; devletimin temelleri sarsılıyor.
İnsanlarımız ikiye bölünecek diye endişe ederken baktım ki; elli parçaya bölünüyor.
Temel hak ve hürriyetler şahıslara göre tecelli eder oldu.
Menfaatler insanlara ve taraftarlara göre dağıtılır oldu.
Hülasa; ne inancım açısından ne de mesleğim açısından kenarda durmam mümkün
değildi. Bu faaliyete onun için başladım.
Cemil Meriç’in güzel bir sözü vardır. Der ki; Cemil Meriç:
“Fikir adamı bir yere ipotekli değildir. Aklını, ruhunu, kalbini bir yere ipotek etmemiştir.
O tarihine angajedir. Tarihine bağlıdır. Milli ve manevi değerlerine bağlıdır. Milletine
devletine bağlıdır. Mukaddesine bağlıdır. Yalanları gördüğü zaman deşifre eder.
Yanlışı gördüğü zaman; bu yanlıştır der. Fakat bu mukaddesatı tehlikedeyse, bağlı
olduğu değerler tehlikedeyse, ilmin izzetine sığınarak kenarda durmak da alçaklıktır.”
İşte ben bu alçaklığı yaşamamak için bu faaliyete başladım. Üç yıl önce başladım.
Fikrimi söyledim, arkadaşlarımla konuştum; başka türlü düzeltme imkânı
bulamadığımız için bu vazifeyi ifa etmek için; mirasyedi yaramaz çocuk olmamak için
bu faaliyete başladık.
Onun için lütfen bizi iyi anlayın. Biz dudaktan konuşmuyoruz. Yazılanları ifade
etmiyoruz.
Kalbimizden konuşuyoruz.
Gözünüze bakıp kalbinize hitap etmek istiyoruz.
Bizi iyi anlayın:
Bizi iyi anlayın; biz değişik bir faaliyetiz.
Şahsi menfaatimizi değil, umumun menfaatini takip ediyoruz.
Gündelik siyaseti değil; kamucu siyaseti takip ediyoruz.
Bize göre devlet, dışta taviz veren, içte parsa dağıtan değildir.
Devlet, milletin tecelli etmiş, teşekkül etmiş sevdasıdır.
Bu sevdamız elimizden alınmak istendiği için bugün biz bu kürsüdeyiz.
Sizden istediğimiz; bu sevdayı birlikte yükseltmek.
Arkadaşlar,
4
Bizim komşularımızla sıkıntılarımız olduğu zaman gidebildikleri bir yer var. Çünkü biz
şefkatimizle, biz merhametimizle, biz tarihimizden gelen geleneklerle onlara kucak
açıyoruz.
Bizim gidecek başka bir yerimiz yok.
Onun için biz bu memlekete, bu değerlere, bu millete sahip çıkmak
mecburiyetindeyiz.
Bu faaliyet bizim için kaçınılmaz bir faaliyet. Mecburen bu işe başladık. Başka bir
imkânımız yoktu. Emin olun; siyasette biz kendimizi bir yerden bir yere taşıma
meraklısı ve sevdalısı değiliz. Ben ve arkadaşlarımın böyle bir niyeti, böyle bir hesabı
yok. Beraber çalışıyorum; yıllardır görmedim bunu. Bizim bir tek maksadımız var:
Bu devleti ve bu milleti ilelebet muhafaza etmek, payidar etmek, güzel bir noktaya
taşımak.
Bugün bir gençle konuşun. Sorun sıkıntısını. En büyük sıkıntısı iş ve aş derdidir.
“Peki, bunu nasıl hallederiz?” deyin. Ya iltimas aklına gelir; ya da rüşvet. Bir milletin
istikbali olan çocukları için hazırladığı zemin böyle bir zemin mi olmalı? Hayır!..
Mevcut hükümet, iddialı söylemlerle ortaya çıktı ve biz de sevindik. Ekonomide alınan
geçici tedbirlerle evet, fert başına milli gelir arttı; belli bir noktaya geldi tıkandı.
Dış politikada güzel bir iddiayla ortaya çıktılar. “Aktif ve oyun kuran bir dış politika
denildi”. Ve bir şey daha söyledi benim meslektaşım. O da bir öğretim görevlisi
ama utanıyorum bunu söylerken. Çıktı dedi ki: “Ortadoğu’da bizden habersiz kuş
uçmaz”. Cidden ben sevindim. Bir hocam hem de; benim bir meslektaşım. Neden
sevinmeyeyim? Bu millet tarihe hükmetmiş bir millet. Ortadoğu’da bizden habersiz
kuş uçmayacaksa, insafı olan bir insan buna sevinmez mi? Ama geldiğimiz noktaya
bakıyorum; diyorum ki; “bu söz külliyen yalan!” Çünkü Ortadoğu’da bizden habersiz
kuş uçmuyorsa; eğer bu söz doğruysa, hükümet bizim aleyhimize çalışıyor. Bizden
habersiz kuş uçuyorsa, o zaman bu hükümet yalan söylüyor.
Terörle ilgili bin defa beyanda bulunuldu. “Bilmem kimlerle kucaklaşanlarla bizim
işimiz olmaz” dedi. Sonra gördük ki; bizimkiler herkesle kucaklaşıyor. Sadece milletle
ve milletin değerleriyle kucaklaşmıyor.
Arkadaşlar, bir memleket düşünün ki; iktidarın memleketi ne hale getirdiği belli.
Muhalefeti ise milletin sigortası değil, adaletin sigortası değil. Muhalefeti de, iktidarın
sigortası!
Bir memlekette muhalefet adaletin unsurudur çünkü adaletin tecellisi için muhalefet
gereklidir. Tez, antitez, sentezle muhalefet bulunur ama bir memlekette muhalefet
sadece iktidarın sigortası haline gelmişse, o memlekette adalet tecelli etmez. Siyaset
doğru düzgün cereyan etmez.
Nasıl mı diyorsunuz? En son yaşadığımız, hepimiz için yüz karası bir Soma faciası
var. Soma faciasında muhalefetten birisi çıktı ne dedi:
“İktidar Soma’daki krizi güzel idare etti” dedi. “Ben bu bakanı tebrik ederim.”
İktidardan olan bakanı! Arkadaşlar, iktidarın bakanı Soma’da cenazeleri saydı. Zaten
biz de sayıyorduk ekran başında. Bu nasıl krizin doğru idaresi olarak değerlendirilir?
İnsaflarınıza havale ediyorum.
Başlarken sözlerime dedim ki; biz yalana dayalı bir siyaset yapmayacağız. Tenkide
dayalı bir siyaset yapmayacağız. Reel meselelerimizi konuşacağız. Onun için bunları
söylüyorum. Fikrinize havale ederek söylüyorum. Düşünesiniz diye söylüyorum. Siz
neticeye bakacaksınız. Ağacı gösteren meyvesidir.
Bir ağacın başında meyveler sallanıyorsa, kökünü kazımazsınız. Bu ağaç on yıldır
meyvesini verdi. Fakat samimiyetle şunu söylüyorum size. İnsafla; bu mübarek
Ramazan gününde; bu güzel tevafuk etmiş günde; yedi yedi on dört gününde.
Unutmayın. Bizim sıkıntımız bu hükümetle sınırlı değil. Bizim sıkıntımız yıllardan beri
teraküm etmiş, yanlış siyasetin sıkıntısı. Hep doğru gidiyordu da yeni sıkıntılar tecelli
etti değil.
Bu memleketteki en büyük sıkıntı, demin dediğim gibi, adaletsizliktir. Bu memlekette
adaletsizlik yeni değil. Yıllardan beri devam edip gelen adaletsizlik. Fakat şunu
görüyoruz ki; son zamanlarda hukuka uygun olmayan şeyler zirve noktasına çıktı.
Arkadaşlar;
Bir memleket seyyar mahkeme yapabilir mi? Bizimkiler yaptı.
Bir memleket teröristini ihraç etmez. Bizimkiler yaptı.
Bir memleket, kendi vatandaşı riskte olduğu zaman onu unutturmaya çalışıp başka
şeylerle uğraşmaz. Bizimkiler yaptı.
Bir İsrail’i düşünün. Küçücük bir devlet! Üç kişi kaçırıldı; ortalığı velveleye verdi.
Arkadaşlar, bizim insanlarımız, çocuklarımız dağa kaçırıldığı zaman havale ettiğimiz
nokta HDP.
Yurtdışında insanlarımız esir alındığı zaman havale ettiğimiz nokta IŞİD.
Geldiğimiz nokta bundan ibarettir.
İşte biz, böyle bir zeminde siyaset meydanına çıktık.
Dikkatle düşünmenizi istiyorum:
Üç tane problemimiz var bizim:
Temel problemimizden biri cehalet. Meseleleri bilmememiz.
6
Biri yoksulluk.
Biri de ihtilaf.
Türkiye’nin aleyhine çalışanlar maalesef bunlardan istifade ediyorlar.
Cehalet: Olayları bilmiyoruz. Bize tersyüz gösteriyorlar.
Arkadaşlar, özellikle basına söylüyorum:
İnsaflı insanlar basını şöyle tarif ederler: “Basın, kalbi umuminin tercümanıdır. Basın
umumun düşüncesini söyler.” Fakat memleketimizde basının ne hale geldiğini
görüyoruz. Dolayısıyla, basın böyle olunca, insanlarımız da gerekli bilgi ve tecrübeye
sahip olmayınca, Türkiye’de insanlar maalesef yanlış yönlendiriliyor.
Düşünün: 49 kişi kaç gündür ortada yok! Haber yok. Çocuklar var; birkaç aylık
çocuklar var. Böyle bir memleket olur mu? Bakın; üç tane insan için İsrail dünyayı bir
birine kattı.
IŞİD dediğiniz zaman; IŞİD’in arkasında iki tane destek vardır:
Birincisi, bizim misafir ettiğimiz Tarık Haşimi, siyasi destek. İkincisi de, finansörü
Yasin El Kadı. İkisi de bizim yetkililerimizin ve idarecilerimizin has ahbabıdır.
Böyle bir idare olur mu hiç?
Böyle bir düzen olur mu hiç?
Böyle bir hukuk olur mu hiç?
Arkadaşlar,
Bu hükümetin istatistiklerine göre adaletin geldiği noktada adalete güven, yüzde
yirmi. Emin olun o istatistiklere göre de yüzde yirmi var ya; adliyeye işi düşmeyen
insanlardır. Onların da adliyeye işi düşse yüzde yirmi de yüzde sıfıra iner.
Bunu siyaset olsun diye söylemiyorum. Bir gidin adliyeye. O adliyedeki Adalet
Komisyonu Başkanına sorun.
Bir gidin adliyeye. O adliyedeki Cumhuriyet Başsavcısına sorun:
Deyin ki, “Siz bu taksim ettiğiniz adaletten emin misiniz? Emin misiniz; razı mısınız bu
adalete?”
Hayır.
Ne diyeceklerdir size biliyor musunuz?
“Biz kendi sandalyemizi ve masamızı muhafaza edemiyoruz ki adaleti taksim edelim.”
Yani hâkim, kendi durumuna hakim değil. Konumuna hakim değil.
7
Muhterem arkadaşlar,
Hem İslam hukukunda hem beşer hukukunda adaleti tevzi eden insanların bir tarifi
vardır: Derler ki, “Öyle bir bilgi ve tecrübeyle mücehhezdir ki o hâkim; nezaketle
sizi dinler, akıllıca sualler sorar, delillere tereddütlü yaklaşır. Ve adil bir karar verir.
Objektif bir karar verir.”
Arkadaşlar,
Nasıl bir memlekette yaşıyoruz?
Kim niye içeri girdi; niye çıktı anlayamazsınız.
Girerken kırk tane “acaba?” suali, çıkarken seksen tane “acaba?” suali.
“Acaba bu niye girdi, niye çıktı?”
Böyle bir memleket, böyle bir adalet, böyle bir hükümet olur mu?
Ve bir hükümet var ki; içeri koyarken de puan topluyor, çıkarırken de puan topluyor.
Bu siyaset, işte bu nedenlerden dolayı bizim için mecburi istikamete oldu.
Kaçınılmaz oldu.
Bir insan düşünün ki; yıllar boyunca hukuk okumuş. Bir vicdanı var. Vicdanı, insana
bir şeyleri mecburi kılar. Bir vicdanı var ama bu kadar da garabet var. Ben, bütün
bunlardan kaçıp sığınacak bir yer bulamadığım için siyasete başladım. Ve bu
siyasete başlarken de duruşumuzu, ölçümüzü belirledik. Bizim siyasetteki esasımız
şu:
Şimdiye kadar siyasette kullanılan değerleri bir tarafa bıraktık.
İlan ediyoruz:
Milliyetçilik temeline dayalı bir siyasetimiz yok!
Din temeline dayalı bir siyasetimiz yok!
Tarihe mal olmuş şahsiyetleri istismar edecek bir siyasetimiz yok!
Bizim siyasetimiz, umumi değerlere istinat eden; dayanan bir siyaset.
Bu değerleri alet etmediğimiz için bizim siyaset ekibimizde her camiadan insan var.
Partimizin adını da ona göre koyduk, ona göre bulduk; ona göre tercih ettik:
“MERKEZ PARTİ” dedik.
Neyin merkezi?
Türkiye’nin merkezi.
Neyin merkezi?
Gücün merkezi.
Merkezin fiziki bir tarifi vardır:
Bilirsiniz merkez, kenarında olan her şeye, etrafında olan her şeye eşit noktada
uzaklığı ifade eder. Merkez, bir faaliyetin üretildiği yeri ifade eder.
Bizim merkezimiz de, kanun önünde herkese eşit davranan, hizmetin üretildiği,
adaletin üretildiği, hukukun üretildiği, hakkaniyetin üretildiği, istikbale ait değerlerin
üretildiği bir merkez.
Ve bu merkezde de her fikirden insan var. Şimdiye kadar bildiğiniz ne kadar parti
varsa, her birinden insan var. DYP’lisi de var, ANAP’lısı da var, MHP’lisi de var,
CHP’lisi de var, DSP’lisi de var. Her fikirden ve fraksiyondan insan var.
Diyeceksiniz ki; bu kadar fikir ve fraksiyondan insanlar bir araya geldi; nasıl ittifak
etti?
Arkadaşlar,
Biz, fikir partisi değiliz.
Biz, ideoloji partisi değiliz.
Biz fikirde ittifak etme mecburiyetinde de değiliz.
Kaç aydır çalışıyoruz ve güzel de çalışıyoruz.
Peki, siz nede ittifak ettiniz?
Bizim dayandığımız kuvvet değil, hak!
Bunu lütfen unutmayın. Bu, hayatımızın felsefesi. Kırk yıllık hayatımızın felsefesi.
Kuvvete dayanmıyoruz, hakka dayanıyoruz.
Kuvvetli olan, haklı değildir bizde. Kim haklı ise o kuvvetlidir.
Hakka dayanıyoruz.
Nereye gitmek istiyoruz?
Milletin değerlerini ve menfaatlerini yükseltmeye gidiyoruz.
Dayandığımız nokta hak. Hedefimiz ise milletin menfaati.
Peki, bu noktadan o hedefe nasıl gideceğiz?
Pozitif hukuk uygulayarak.
Adalet esaslarını uygulayarak.
Bilimin temel kurallarını uygulayarak o noktaya gitmek istiyoruz.
İşte biz bu esaslarda müttefik bir arkadaşlar gurubuyuz.
Özetle söylemem gerekirse:
Siyaset bizim için mecburi bir istikamet oldu. Siyaset bizim için meslek olmadı.
Siyaset bizim için meşrep olmadı. Siyaset bizim için kendimizi bir noktadan bir
noktaya taşıma unsuru olmadı.
Siyaset bizim için bu sıkıntıları çözmek adına fedakârlık işi oldu.
Biz diyoruz ki; zaten siyaset, maddi ve manevi bir birikimi olan, vicdanı olan
insanların toplum için çözüm üretmek mesleği ve mecburiyetidir. Biz böyle
düşünüyoruz.
Size şunu söylüyoruz. Israrla.
Ve bunları ilan etmenizi istiyoruz. Hak için! Adalet için!
Biz bu vicdansız çağın vicdanı olacağız.
İşte bizim ekibimizin özelliği bu.
Tekrar ediyorum:
Bu vicdansız çağın vicdanı olacağız!
Bu ahlaksız zeminin ahlakı olacağız.
Umumun menfaatinin bekçisi ve takipçisi olacağız.
Bunun için biz bu sahneye çıktık. Bizim ölçümüz bu.
Peki, neyi gerçekleştireceğiz biz?
Biz, milletten alacağımız kuvvetle milletin menfaatlerini ve değerlerini
gerçekleştirmeye çalışacağız. Bugün toplumun içinde gezin, şunu göreceksiniz:
İstişare edin insanlarla, konuşun, AKP’nin meselelerini konuşun. Şunu söyleyecekler
insanlarımız. Ben her yere gittim konuştum çünkü. Bizim üniversitede kürsüden
kalkıp buraya gelmedim. Her camiaya; her yere, her şehre gidip, seminerler
konferanslar verip, konuştum insanlarla. Şunu dediler bana:
“Hocam bu dediklerin doğru. Sıkıntılar var. Diz boyu! AKP ile ilgili söylediklerin de
doğru. Bu usulsüzlükler de doğru. Yalnız, bu usulsüzlükler diğerlerinde de var. Diz
boyu! Yani buradan kaçıp başka yere gitme imkânı yok ki hocam. Biz çaresiziz.”
İşte biz, bu çaresizliğe çare bulmak için ortaya çıktık.
İnsanlara diyoruz ki:
“Çaresiz değilsiniz. Bundan sonra bir çare var. İşte o çare, bizim size sunduğumuz bu
faaliyetten ibaret.”
Bir şey daha söylüyorum.
Şimdiye kadar Türkiye’de herkes sistemi tartıştı. Sistemi tartıştığı için, fikrini
dayatmak istediği için riyakârlık yaptı. Bu çok önemli bir husus. Size bütün
samimiyetimizle söylüyoruz:
Bizde riyakârlık yok.
Neden mi?
Biz Cumhuriyetin değerleriyle kavgalı değiliz.
Bana “Nesiniz?”, “Kimsiniz?” diye defalarca sordular. Siz de sorun.
Bütün samimiyetimle söylüyorum. Bu mübarek Ramazan gününde, ben, hem
inancımdan hem de mesleğimden hareketle söylüyorum:
Ben dindar bir cumhuriyetçiyim.
Ve diyorum ki;
Cumhuriyet bizim için bir nimet!
Bunu göğsümü gere gere tüm âleme söylerim ve ispat ederim.
Bakın söylüyorum, hem dinimden hem de mesleğimden hareketle, diyorum ki ben:
Hazreti Ebubekir de bir cumhurun reisiydi.
Hakka dayanan. Adalete dayanan.
Ve bizim için Cumhuriyet, bu zamanda bir nimet.
Bunun teorisini de yapmaya gerek yok. Yakınımızdaki diğer devletlere ve milletlere
bir bakın.
Bu bizim için bir nimet olduğu için hedefimiz, bunu geliştirmek; korumak.
Bize göre devlet, içinde oturduğumuz evimiz. Cinnet geçirmeyen, şuurunu
kaybetmeyen insan, içinde oturduğu evi başına yıkmaz. Tamir eder, restore eder.
Eksikliğine bakar.
Bu nedenle biz, bu cumhuriyetin samimi çocuklarıyız.
Riyakârlık yapmıyoruz.
Kafamızın arkasında bir niyet yok.
İnancımızı da inkâr etmiyoruz.
Kafalarının arkasında bir şeyler olan, “toplumu dönüştüreceğiz” diyen, “dindarız”
diyen insanların nereye dönüştürdüğü ortada işte.
Bizde bu riyakârlık yok. Bizi lütfen onlarla karıştırmayın. Evet, ben o insanlara
yakınım. Yıllarca beraber büyüdüm, beraber okudum, beraber faaliyet yaptım. Fakat
temelde de farklıydım, geldiğim noktada da farklı olmak mecburiyetinde kaldım. Onun
için riyakârlık yapmıyorum ve fikrimi söylüyorum.
Bu zaten ortaya çıktı. Toplumu nereye dönüştürdükleriyle de ortaya çıktı.
Kıymetli arkadaşlar,
Fuhuş yaşı inmiş ona. Uyuşturucu yaşı inmiş onlu yaşlara. Adliyede dosyaları
çözümlemek için zaman yetişmiyor. Anne babalar çocuklarını, çocuklar da anne
babalarını öldürüyor. Sekiz saatte bir kadın öldürülüyor bu memlekette.
Bir insanın ölmesi bütün insanlığın ölmesi gibidir. Nereye dönüştürdük toplumu?
Muhabbetsiz bir topluma dönüştürdük.
Sevgisiz ve muhabbetsiz bir toplum, kıblesi olmayan muhabbet gibidir.
Yani biz kıblesi olmayan muhabbete döndük. Birkaç gün önce çok samimi olan
bir arkadaşımız menfaatimize dokunduğu zaman bizi tenkit ettiği zaman ne hale
geldiğimizi beraber yaşadık gördük. Yıllarca birlikte yürüdüğümüz insanlar ne hale
geldiğini beraber yaşadık.
Bu memlekette bir 17 Aralık, 25 Aralık operasyonları olmasaydı Türkiye böyle
olmayacaktı sanki. İçeride olan insanlar dışarı çıkmayacaktı sanki. Anayasa
mahkemesi sanki hak ihlalleri ile ilgili kararlar vermeyecekti.
Peki, arkadaşlar, insafla düşünelim:
Biz hukukçuyuz. Delili, dosyayı, neticeyi görmeden karar veremeyiz. Birimizi
karakolda sabaha kadar bekletseler, moralimiz bozulur.
Peki, bu kadar içerde duran insanlar?..
Acaba bunlar niye bekledi?..
Peki, bu insanlar salıverildi. Acaba bunlar niye salıverildi?..
O söylenenler hiç mi doğru değildi?
Arkadaşlar,
Bir devlet, içinde olan oyunları, onların tabiriyle kumpasları vesaire falan beş yıl, on
yıl sonra görür mü?