Referandum Hakkında Merkez Parti Olarak Düşüncelerimiz

23 Mayıs 2018


Şahsım ve partili arkadaşlarımla yaptığımız değerlendirmeler sonucu bu referandumda Merkez Parti olarak bizler “hayır” oyu kullanmayı kararlaştırdık.
Hayır demenin gerekçesi olarak şimdiye kadar çok sayıda sebep zikredildi, bunları millet olarak dinledik ve biliyoruz. Dolayısıyla bilinenleri yeniden tekrar etmeye gerek yok diye düşünüyorum.

Ben şahsım adına değişiklik metni ortaya konulur konulmaz, henüz genel kuruldan geçmeden bu düzenlemeyi “bütün yetkileri tek şahısta topladığı için” beğenmediğimi sosyal medyada kendi hesaplarımda açıklamıştım. Şimdi kısaca hangi sebeplerle “HAYIR” dediğimizi açıklamak istiyorum.

1- Tarihi Gelişmelere Aykırılık:
Anayasalar, siyasi rejime yol gösteren kanuni düzenlemeler, bir devletin kuruluşunu, işleyişini, organlarını ve bireylerin iktidarlar karşısındaki hak ve hürriyetlerini gösteren belgelerdir. Anayasalar bir nevi toplu yaşama sözleşmesidir. Anayasa ve siyasi rejimin bir arada teşekkül etmesinden ise devlet meydana gelir. Yani devlet milletin teşkilatlanmış şeklidir. İnsanlar birbiri ile yaşadığı sürece idare edenler ve idare edilenler diye iki gruba ayrılırlar. Bu kutuplar arasındaki ilişki ve ihtilafları çözmek için uygulanan kuralları ise anayasalar belirler.

Devlet insanların toplu olarak yaşamaya başladıkları günden beri vardır ve onu meydana getiren insanlardan ayrı bir tüzel kişiliğe sahiptir. Bu tüzel kişilikte hakimiyetin kimde olduğunu ise yine anayasa tarif eder. Bu hakimiyet ve egemenliğin kaynağına göre ise, monarşi, oligarşi ve demokrasi olmak üzere devlet şekilleri ortaya çıkar. Monarşik devlet şekillerinde egemenlik tek kişidedir. Bu rejimlerde hakim şahıs belli bir usulle, hatta seçimle de gelebilir. Bu bir nevi diktatörlük rejimidir ve sonuçta diktatörlüğe gider. Bu sistemlerde genellikle, zamanla tek kişinin yetkileri bir meclisle paylaşılmaya başlamış, mutlak monarşiler, meşruti monarşiye dönüşmüş ve meclisin yetkileri arttırılmıştır.

Oligarşik yönetim biçimlerinde devleti idare edenler bir gruptur. Bu hakim grup bir ideoloji etrafında toplananlar olabileceği gibi, bir aristokratlar, zenginler veya seçkinler grubu da olabilir.

Demokratik rejimlerde ise, bu egemenlik millete aittir. Milletin seçtiği organlar vasıtası ile bu egemenlik hakkı kullanılır. Bu sistemlerde idare edenler ile idare edilenler arasında bir üstünlük yoktur. Uygulamalar kuvvetini kanundan alır, kanun önünde ise gerçek ve tüzel kişiler aynı haklara sahiptir.

Osmanlı İmparatorluğunda demokratikleşmede ilk somut adım Sultan Abdülmecit döneminde Gülhane Parkı’nda okunan ve adına bu sebeple Gülhane Hatt-ı Hümayunu veya Tanzimat-ı Hayriye denilen 1839 tarihli fermanla başladı. Hürriyet arayışları, anayasa ve siyasi rejim değişikliği talepleri 1848 Fransız Devrimi’nden itibaren ve özellikle Namık Kemal’in başını çektiği Genç Osmanlılar hareketi ile açıkça dile getirildi.

1876’da Abdülaziz’in tahttan indirilmesiyle anayasa çalışmaları daha ciddi olarak gündeme geldi. Kısa süren saltanat döneminde anayasa hazırlatmayı başaramayan V. Murat tahttan indirilerek, meşrutiyet fikrine daha yakın olduğu sanılan II. Abdülhamit tahta geçirildi ve 23 Aralık 1876’da I. Meşrutiyet ilan edilerek Türk tarihinde ilk Kanun-i Esasi kabul edildi. Böylece ilk defa padişahın yetkileri meclis ile paylaşılmış oldu. Bu düzenlemeye göre; Padişah meclisi feshedebilirdi. Bu düzenlemeye göre; Osmanlı tebaasından herkes şahsi hürriyetlere sahiptir ve hiç kimse başkalarının hürriyetine zarar veremez. İşkence ve her türlü eziyet yasaktır. Kimseden kanunsuz vergi ve ceza alınamaz.Mahkemeler bağımsızdır. Özel mülkiyet her türlü saldırıdan korunmuştur ve kimsenin özel mülküne zorla girilemez.

1908 yılında 2.Meşrutiyet ile yeniden anayasa ilan edildi. Kısaca bu tarif ve tarihi özetten anlaşılacağı üzere parlamenter sistem ve halkın seçtiği meclisin, yöneticilerin yetkilerini paylaşma ve denetleme usulü bizim tarihi geçmişimize dayanır ve buradaki birikimin bir tecellisidir. Şimdi meclisin yetkilerini azaltarak, yürütmenin kuvvetlendirilmesi bahanesiyle bütün yetkilerin ismiyle de uyuşmayan Cumhurbaşkanına verilmesi hem bu tarihi geçmişimize aykırılık, hem hürriyetlerin daraltılması, hem de siyasi sistem olarak demokratik yapılardan uzaklaşarak, monarşik ve despotik bir yapıya dönüşme arayışlarıdır. Tarihin ve dünyadaki demokratik gelişmelerin tersine bir harekettir. Bu sebeple bu yeni anayasal düzenlemeye “HAYIR” diyoruz.

2-Sistem Değişikliği:
Değişiklik metnine bakıldığı zaman genel olarak şu söylenebilir. Bu düzenlemede meclisin yetkileri azaltılarak, bir çok noktada yeni ismiyle “Cumhurbaşkanlığı sisteminde” bütün yetkiler Cumhurbaşkanına verilmiştir. Aslında buna Cumhurbaşkanlığı sistemi de denilemez. Çünkü bu yeni sistemde Cumhurbaşkanı aynı zamanda partili ve hatta iktidar partisinin genel başkanıdır. Bütün bunlara rağmen seçildikten sonra nasılsa tarafsızlık yemini edecektir. Bu sistemde sadece meclisin yetkileri azaltılmamış, seçildikten sonra devletin ve herkesin temsilcisi, devletin bütün kurum ve kuruluşlarını düzenli bir şekilde çalıştıracak ve bir nevi hakem konumunda olan Cumhurbaşkanının, bu tarafsız vasfı terk edilmiş ve sadece adı muhafaza edilmiştir. Yine parlamenter sistemin olmazsa olmazı, meclis içinden seçilen ve idarede milleti temsil eden, denetime tabi ve millete devamlı hesap vermeye açık, bakanlar kurulu ve bakanlıklar tamamen kaldırılmış ve siyasi rejimin temellerinde bir değişiklik meydana gelmiştir. Onun için bu düzenleme sadece hükumet etmede değil, siyasi rejimde de köklü değişikliklere sebep olacaktır.

Yürütmede bütün yetkileri tek başına üstlenen Cumhurbaşkanının denetimi de oldukça zor ve hatta imkansızdır. Çünkü yapılan düzenlemeler ve ince hesaplara göre, meclisin çoğunluğu da Cumhurbaşkanının mensubu bulunduğu partide olacaktır. Yüce divana sevki için ise ağırlaştırılmış çoğunluk gerekeceği için bu adeta imkansızdır. Ayrıca yüce divana sevk edilse dahi üst düzey kamu görevlilerini yine Cumhurbaşkanı atayacağı için, kendi atadığı insanlar kendisini yargılayacak ve denetleyecektir. Dolayısıyla tarihi seyir içinde sultan ve padişahlardan alınan yetkiler bu düzenleme ile asrın padişahlarına yeniden iade edilmekte ve yasama meclisinin yetkileri daraltılarak, sistemde önemli değişiklikler yapılmaktadır. Bu sebeple de “HAYIR” diyoruz.

Hukukçular bir memlekette hangi kanunların uygulandığı kadar, bu kanunların nasıl uygulandığına da önem verirler. Bizim kanunların uygulanması açısından iyi bir imtihan vermediğimiz, bütün tarihi geçmişimizle ortadadır. Bu memlekette hukuk her zaman bir adaleti arama vasıtası olarak değil, taciz ve insanlardan öç alma unsuru olarak kullanılmıştır. O halde idare edilenleri mümkün mertebe uygulayıcıların insafına ve iyi niyetine terk edemeyiz. İnsan küçücük şahsi bir firmasını, en yakını ve hatta evladı dahi olsa yanılabilir düşüncesiyle onun tek başına idaresine tevdi edemez. O halde bütün bir milletin kaderi, devletin idaresi nasıl bir kişiye terk edilir. Biz bu tarihten sonra tarihi gelişmelere, akla, mantığa ve evrensel hukuk kurallarına da uygun olarak ve ekseriyetin ittifakı ile yeni düzenlemeler yapmalıyız. Talandan mal kaçırır gibi, hiç bir şart, zaman ve zemin uygun olmadan bu tür düzenlemeleri yapmamalıyız. Bu sebeple bu düzenlemeye “HAYIR” diyoruz.

3- İnanç Değerlerimize Aykırılık:
Bizler tarihi bir geçmişi ve inanç değerleri olan bir milletiz. İnançları insanların yönetim biçimlerini de etkiler. Türk tarihine bakılırsa resmi bir düzenleme olmasa dahi, idarecinin yanında mutlaka bir istişare meclisi vardır. Zaten bizim dinimiz işlerimizi “meşveretle yürütmeyi” emreder. Bu emir evvela en bariz bir şekilde bu dini bize anlatan Peygamber (asv) efendimizin hayatında ve tatbikatında görülür.

Hz. Peygamber (asm.), kendi görüşlerini arkadaşlarına dayatmaz, her hususta onlarla birlikte meşveret eder, görüşlerini alırdı. Ebu Hüreyre, “Ben, Resulullah’tan daha fazla arkadaşlarıyla meşveret eden birini görmedim” diyor.

Bedir, Uhud, Hendek Savaşları öncesi, ashabına danışmış, onların fikirlerini almış, ona göre hareket etmiştir.

Mesela, Bedir Savaşı öncesi, orduya yerleşme emri verdiğinde, arkadaşlarından Hubab b. Münzir”Ya Resulullah, buraya yerleşmemiz, Allah’tan bir vahiyle midir? Yoksa, sizin düşünceniz midir?” diye sorar. Resulullah, kendi düşüncesi olduğunu söyleyince, Hubab, su olan bir yere yerleşmenin daha uygun olacağını ifade eder. Resulullah, bu görüşten memnun kalır ve ordusunu onun dediği yere yerleştirir.

Meşveret, hak ve hakikati ortaya koyma ve mevcut şartlarda en uygun imkanı yakalama ve meşveret edilenlere değer verme ve maddi ve manevi mesuliyeti ve aynı zamanda başarıyı paylaşma demektir.

Hz. Peygambere, Uhud mağlubiyeti neticesinde

“Onlarla meşveret et.” emrinin gelmesi de manidardır. Zira esasen Resulullah savaş öncesi meşveret etmiş, “şehirde müdafaa savaşı yapılması” şeklinde görüş belirtmişti. Çoğunluk, meydan savaşı isteyince, onların görüşüne göre hareket emri verdi. İsteseydi, şuranın bu kararını lağvederdi. Fakat O, bunun arkasındaki elem, zarar ve savaş kurbanlarını az-çok bilmekle beraber, bu kararı uyguladı. Çünkü, meşveret esasının yerleşmesi, İslam cemaatinin talimi ve ümmetin terbiyesi, geçici zararlardan çok daha önemliydi.

Bunu takip eden dört halife döneminde de bir çok örneklerini bulmak mümkündür. İşte bu yeni düzenleme gerçekten bu yolu kapatıp, meclisin dahi yetkilerini daraltıp, bir şahsa olağan üstü yetkiler verdiğinden, bu düzenlemeye biz Merkez Parti olarak “HAYIR” diyoruz.

4-Milli Birliğimize Aykırılık:
Bilindiği üzere şu anda memleketimizde iç ve dış politikada ciddi sıkıntılarımız mevcuttur. Bu sıkıntıları halletmek ve özellikle milletin bu sıkıntılı zamanlarda daha fazla kutuplaşmalarına sebep vermemek için mümkün mertebe, bu anayasa değişikliği gibi temel tartışma konularından uzak durmak gerekir. Yürütmeyi kuvvetlendirmek şu an için memleketin acil bir meselesi olmadığı gibi, uzun süreden beri tek başına iktidarda olan bir partinin isteyip de yapamadığı bir konu da bulunmamaktadır. Özellikle yargılama konularında anayasa değişiklikleri de dahil, iktidar ne istedi ise yaptı, fakat her zamanki durumlardan daha kötü bir noktaya memleketi getirdi. Bu sadece yargılama konularında değil, idari tasarruflarda da böyle oldu. Hiç dinlenilmeden, ifadesine başvurulmadan, sadece muhalefeti sebebiyle yıllardır çalıştıkları kurumlardan ihraç edilen, delilsiz bütün hakları elinden alınan insanların sayısı bilinmeyecek kadar çoktur. Yasama noktasında da iktidar partisinin bir sıkıntısı yoktur. Çünkü meclis çoğunluğu olduğu için isabetli isabetsiz istediği kanunu çıkarmaktadır. Kısaca yasama, yürütme ve yargılamada iktidar fiilen her şeye hakim durumdadır, fakat uygulamaları ne yazık ki içler acısı, yani çok kötüdür. Şimdi bütün bunlara rağmen, madem iktidarı hukuka uygun icraat yapmaya zorlayamıyoruz, o halde hukuku fiili uygulamaya uyduralım şeklindeki düşünce çok yanlıştır ve sadece milleti iyece kamplara ayırmaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Ayrıca bu süreçte özellikle iktidar yanlılarınca kullanılan dil, bilhassa “hayır” diyenleri terörist ilan etmek oldukça mahzurludur. Siyasetçilerin ve bütün insaflı ve aklı selim insanların en öncelikli görevi, milletin birliğini, asayişi ve güvenliği temin etmektir. Biz toplumda meşru dairede ve hukuk çerçevesinde ifade edilen her fikri hürmet edilir kabul edip, bu referandumda ve daha sonrasında ortaya çıkabilecek sıkıntılara ve milletin daha fazla bölünmesine engel olmak için “HAYIR” diyoruz.

5- Kuvvetler Ayrılığı İlkesine Aykırılık:
Demokratik ve Cumhuri rejimin en önemli göstergesi kuvvetler ayrılığı ilkesidir. Hatta yürütmenin kuvvetli olduğu, özellikle başkanlık sistemlerinin hakkıyla uygulandığı sistemlerde bu kuvvetler ayrılığı daha sert şekilde ve denge unsuru olarak kullanılır. Mesela en son ABD’de başkanın ülkeye gelecek yabancılar hakkında vize konusunda fevri uygulamalarına karşı, bağımsız yargı engel oldu. Bu anayasa değişikliğinde yürütme kuvvetlendirilirken, yasama ve yargı da yürütmenin emrine verilmiştir. Çünkü sınırsız yetkilere sahip Cumhurbaşkanı partisine, siyasete ve meclise de hakim olacağı için, aynı zamanda bütün üst düzey kamu yöneticilerini ve yargıdaki yöneticilerin atamalarında da etkili olacağı için, sonuç olarak kuvvetler birliği sistemi ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple de “HAYIR” diyoruz.

6-AKP’nin Seçim ve Referandumlardaki Üslubu:
AKP her seçim ve referandumda kamplaştırıcı ve milleti bölen bir üslup kullanıyor. Nitekim bu referandum için “15 Temmuz kalkışma hareketinin bir rövanşıdır”, deniliyor. Ne yazık ki AKP bunu her zaman yapıyor. En dikkatli ve itinalı olması gereken HSYK seçimleri sürecindeki usul ve beyanları hatırlayınız, çok kötüydü. Hükümetten en üst düzey yetkililer ve özellikle bakanlar, bizim istediğimiz olmazsa seçimi meşru saymayız diye açıklama yaptılar. Bu ve benzeri yapılanlar bu işin hukuk ve adalet adına bir seçim olmadığını gösteriyordu. Sonuç olarak basına yansıyan hükümet kanadının seçimleri kazanması şeklinde yorumlandı. Adalet hukuk adına güzel şeyler olacak diye dua ve ümit ettik ve geldiğimiz nokta belli, şimdi Türkiye’de hukuk ve adaletten bahsedemiyoruz. En üst makamlardan tutunuz, en alt kademeye kadar hukuk ve adalet tanımama durumu devam edip gidecektir. Bu tarz kışkırtma ve toplumda kırgınlıkları, kavgaları ve her türlü kötü duyguları artıran usullerden toplum da yoruldu ve hiç bir faydasını da görmedik, bu sebeple buna bir dur demek için “ HAYIR” diyoruz.

7-Siyasi Gerekçeler:
Şimdiye kadar yazdıklarım bu anayasa değişikliğine hukuken neden hayır dediğimizin gerekçeleriydi. Şimdi ise kısaca siyaseten neden hayır dediğimizi açıklamak istiyorum.

Daha önceki beyanları da söylemiştim; AKP bir proje partisidir. Kendileri hep bir üst akıldan, yabancı servislerin operasyonlarından bahsederler dururlar. Gerçekte AKP istihbarat servislerinin bir projesidir. Bu bir dedikodu değil, şimdiye kadar yazılmış, çizilmiş, söylenmiş ve en son benim evimde herkesin şahitliğinde, kendi siyasi görüşlerinden olan insanların beyanı ve anlatımları ile sabittir. Bunu Cem Özer’in benimle yaptığı Tv programında kısaca anlatmıştım. Bu proje ve anlaşmaya göre, AKP iktidara getirilecek, her türlü önündeki engeller kaldırılacak, gerekli finans ve iç dış şartlar oluşturulacak, buna mukabil AKP; BOP projesinin gerçekleştirilmesi için gerekli faaliyetleri yapacak, İslam’ın yeniden yorumlanması ve Türkiye’nin bölgelere ayrılması noktasında gerekeni yapacak ve İsrail’in güvenliğini artırmak ve önündeki engelleri kaldırmak için gerekli işlemleri yapacaktır. İşte bu projeye göre bu referandum Türkiye’nin bölgelere ayrılması, yani son aşamadır. TC kurulmuş kurulalı kimse güneyimizde bir Kürt devleti kurmaya, bizi Kürt kardeşlerimizden ayırmaya muvaffak olamadı. Bu düzenlemeye evet demekle bu sigortayı, kendi elimizle bir tek kişiye teslim etmiş oluyoruz. Bunun için “HAYIR” diyoruz. Hiç bir gerekçe olmasa dahi proje partisi olan AKP ile böyle bir riske girmemek için bin defa “HAYIR” diyoruz.