ANKARA CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA
MÜŞTEKİ : AV. PROF. DR. ABDURRAHİM KARSLI
ŞÜPHELİLER :
SUÇ : Görevi Kötüye Kullanma (TCK m. 257), Suçu Bildirmeme (TCK m. 278-279), Nüfuz Ticareti (TCK m.255) ve Başsavcılığınızca re’sen tespit edilecek diğer suçlar.
AÇIKLAMALAR
Son günlerde İstanbul Şehir Üniversitesi etrafında şekillenen tartışmalar kapsamında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından yapılan bir takım açıklamalar kamuoyuna yansımıştır. Dilekçemizde de yer verdiğimiz bu açıklamalarda özetle; taraflar, söz konusu üniversiteyle ilgili geçmişte alınan bazı kararlar nedeniyle kamunun zarara uğratıldığı yönünde karşılıklı ithamlarda bulunarak birbirlerini suçlamaktadırlar.
Tarafların bu açıklamalarıyla, yapılan işlemlerdeki usulsüzlüklerin detaylı bir şekilde ortaya dökülmesi üzerine, söz konusu kararlara imza atan yetkililerin görevlerini kötüye kullandıkları açıkça ortaya çıktığından, bu şahıslar hakkında suç duyurusunda bulunulması zarureti hasıl olmuştur.
Evvela; Özelleştirme Yüksek Kurulu’nca 2001 yılında özelleştirme kapsam ve programına alınan Tekel’in, tartışmaya konu vakıf üniversitesinin Dragos Kampüsünün yer aldığı arazisinin; (İstanbul ili, Kartal ilçesi, Orhantepe Mahallesindeki yaklaşık 297.000,00 m2 yüzölçümlü taşınmazın) kamu yararına kullanılması kaydı ile aynı Kurulun 28/11/2008 tarihli, 2008/67 sayılı kararı neticesinde bedelsiz olarak Hazine’ye devredilmesi üzerine, Maliye Bakanlığı’nca İstanbul Şehir Üniversitesi lehine irtifak hakkı tesis edilerek anılan üniversite ile ön izin sözleşmesi düzenlenmiştir.
Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında aldığı 09/12/2013 tarihli, 2013/199 sayılı (Ek-1) ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu başkanlığında aldığı 24/11/2014 tarihli, 2014/116 sayılı kararlarıyla; Tekel’in mülkiyetindeki söz konusu taşınmazların, üzerindeki muhdesatı ile birlikte eğitim ve öğretim hizmetlerinde kamu yararına kullanılması kaydı ile İstanbul Şehir Üniversitesine tahsis edilmek üzere 4046 sayılı Kanun’un 2/(i) maddesi uyarınca Hazine’ye bedelsiz olarak devredilmesine karar verilmiştir.
Tüm bu tahsis işlemlerinin dayanağı olan Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 28/11/2008 tarihli, 67 sayılı kararının, Danıştay 13. Dairesinin 10/12/2014 tarihli, E:2010/2932, K:2014/4155 sayılı kararıyla iptal edilmesi üzerine, bu kez aynı Kurulun Ahmet Davutoğlu başkanlığında aldığı 29/05/2015 tarihli, 2015/32 sayılı kararıyla (Ek-2), ilgili taşınmazların, eğitim ve öğretim hizmetlerinde kullanılması ve kullanım amacının tapuya şerh edilmesi kaydı ile 4046 sayılı Kanun’un 2/(i) maddesi uyarınca İstanbul Şehir Üniversitesi’ne bedelsiz olarak devredilmesine karar verilmiştir.
Söz konusu ‘bedelsiz devir’ işleminin yargıya taşınması üzerine, Danıştay 13. Dairesi’nin 04.07.2019 tarihli, E:2018/361, K:2019/2359 sayılı kararıyla; ‘’özelleştirme kapsam ve programındaki bir taşınmazın, milli güvenlik ve kamu yararının gerektirdiği durumlarla sınırlı olarak kamu kurum ve kuruluşlarına, kamu tüzel kişiliğine sahip eğitim kurumlarına ve mahalli idarelere devredilmesi konusunda davalı idarenin takdir yetkisi bulunmakla birlikte, vakıf yükseköğretim kurumlarına taşınmazın mülkiyetinin bedelsiz olarak devredilmesi konusunda davalı idarenin takdir yetkisinin bulunmadığı anlaşıldığından, uyuşmazlık konusu taşınmazın mülkiyetinin bir vakıf yükseköğretim kurumu olan müdahil Üniversite’ye ‘bedelsiz olarak’ devredilmesine ilişkin dava konusu işlemde bu yönüyle 4046 sayılı Kanuna uygunluk bulunmadığı” gerekçesiyle devir işleminin iptaline hükmedilmiştir. (Ek-3)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 07.12.2019 tarihinde yaptığı ihbar ve itiraf niteliğindeki açıklamalarında, Şehir Üniversitesine yapılan tahsis ve devir işlemlerine değinmiş ve şu beyanlarda bulunmuştur:
“Son dönemlerde İstanbul’da Şehir Üniversitesi meselesi ortaya çıkardılar. Ve bu Şehir Üniversitesi meselesinin özellikle siyasi ayağında bizim olduğumuzu, bir siyasi ayağında da malum zatın olduğu söyleniyor. Şunu çok açık ve net söylemek durumundayım: Her şeyden önce Şehir Üniversitesi tahsisini başbakanlık dönemimde yapan benim.
Tahsisini yapan ben olduğuma göre, daha sonra malum zat başbakan olunca, bu tahsisi Şehir Üniversitesi’ne mülkiyete dönüştürmüştür. Türkiye’de hiçbir üniversiteye tapu ile mülkiyet devri yoktur, olmamıştır. Bunlar dürüstlüğü kimseye bırakmıyorlar değil mi? Öksüz yetimin hakkının kalkıp kurdukları üniversiteye tapu devri yapmak suretiyle Özelleştirme Yüksek Kurulunun Başkanı sıfatıyla bunu sağlıyor. Peki, yanında kim var? O da bir başka isim, Sayın Babacan var. Başka kim var? Mehmet Şimşek var. Başka kim var, Feridun Bilgin var. Hani bunlar dürüsttü?
Dürüstlüğü bunlar kimseye bırakmıyordu. Ben bunu niye anlatıyorum, kim ne olduğunu yaptıklarını öğrenin diye. Ve bunlar Halk Bankasını da dolandırmaya çalışıyorlar. Halk Bank’tan bunlar kredi talebinde bulunuyorlar. Halk Bankası bunlara ciddi bir kredi veriyor. Fakat ödeme planlarında maalesef bunlar Halk Bankası’na ödemelerini yapmıyorlar. Tabii ödemelerini yapmayınca Halk Bankası da kendilerini sürekli olarak uyarıyor. Şu anda Halk Bankası’na olan borçları 417 milyon noktasında. Şimdi yapılandıralım diyorlar.
Alacağımız öğrencilerin yapacakları ödemelere ipotek koyun diyorlar. Sen zaten mevcut kotanı doldurmamışsın. Mevcut kotanı doldurmadan, üstelik yeni alacağın öğrencilerle ilgili böyle bir kotayı nasıl oluyor da bankaya teminat olarak veriyorsun?
Tabii halef-selef olduğumuz cumhurbaşkanı bizi aradı. Siz bu işi arzu ederseniz halledersiniz dedi. Kendisine dedim ki: Temenni ederdim ki, siz benim yerimde olun. Biz geçmişte bankaların nasıl iflas ettiğini biliyoruz. 17 yıldır bizim dönemimizde bankaların hiçbirisi kasayı boşaltmadı. Biz de kasayı boşaltamayız.
İşin başından itibaren Ülker Grubu buraya ciddi destekler verdi. Daha sonra Ülker Grubu da buradan çekildi. Ülker Grubu orada bizim verdiğimiz desteklerle ilgili de bizim bu noktadaki desteğimizi açık/net söyledi.
Buranın hamisi Marmara Üniversitesi’dir. Marmara Üniversitesi Türkiye’nin en büyük üniversitelerinden bir tanesidir. Şimdi de Marmara Üniversitesi borçları ödesin diyorlar.”
Bu iddialara karşılık olarak, aynı gün dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun itiraf ve ihbar niteliğindeki basın açıklaması şu şekildedir:
“-Başbakanlığım süresince yaptığım uygulamalar konusunda şahsıma yöneltilen tek ithamın, hiç bir şahsi hakkımın ve çıkarımın olmadığı, kızıma, oğluma, damadıma, gelinime bırakmayacağım bir eğitim kurumuna arazi devri olmasından sadece onur duyarım. Sayın Cumhurbaşkanının Başbakanlığı döneminde çıkan 4046 sayılı yasaya istinaden gerçekleşen bu devir ile bahse konu arazinin rant alanı haline dönüşmesi engellenmiş ve kamuya ait olan bu değerli arazinin doğal ortamı korunarak yine kamunun hizmetinde kalması sağlanmıştır.
-Bir arazinin üniversiteye tahsis edilmesi ile devredilmesi arasındaki tek fark zaten rayicin altında belirlenen bir yıllık kira bedelinden ibarettir. Devir işlemi tahsis bedellerinden kaçınmak ya da kamu arazisini mülk edinmek için değil, Danıştay’ın tahsis işlemini iptal etmesinden sonra yukarıda zikredilen yasaya uygun olarak zorunlu olarak yapılmıştır. Devri yapılan arazinin eğitim dışında kullanılması zaten mümkün değildir ve üniversite amacının dışına çıkmamıştır.
-Bu süreç içinde farklı kesimlerden herkesin de kabul ettiği gibi Şehir Üniversitesi bir üniversite geleneğinin oluşumu açısından kısa sayılacak bir sürede bu ülkenin iftihar kaynağı olmuştur. Bugün hangi haksızlıklar yapılırsa yapılsın, bunlar da geçecek ve Şehir Üniversitesi de onun düşünce özgürlüğüne dayalı idealleri de yaşamaya devam edecektir. Üniversiteyi üniversite yapan araziler ve binalar değil bilim insanları ve öğrencilerin oluşturduğu sosyal iklimdir. Her gördüğü araziye dolar hesabı ile değer biçenler bunu anlayamazlar.
-En temel nezaket kurallarına dahi uymayan bu üsluba rağmen Halk Bankası konusunda açılan tartışmayı anlamlı buluyorum. Bugün bir milat olmalıdır. Çağrım açıktır: Madem ki bu ülkeye hizmetten gayrı hiç bir hedef gütmemiş ve bütün bir ömrünü buna adamış bir başbakana ‘dolandırıcılık’ iftirasında bulunulmuştur, o zaman şu anda görev yapanlar da dahil olmak üzere yaşayan bütün Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, kamu bankalarının bağlı olduğu bakanlar ve özelleştirme yüksek kurulunda görev yapmış yetkililerin ve onların birinci ve ikinci derece hısımlarının ve akrabalarının mal varlıklarını ve bu varlıklardaki değişimi, bu kişilerin siyasete girdikleri/devlet görevi üstlendikleri günden bugüne kadar araştırmak ve soruşturmak üzere TBMM’nde gerekli komisyonlar oluşturulmalı ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifade ettiği vechile yetimlerin hakları son kuruşuna kadar korunmalıdır. Ben şahsım adına artık üyesi olmadığım yüce TBMM’ne hesap vermekten bir an bile imtina etmem.
-Ayrıca bu komisyonlarda kamu bankalarının, Şehir Üniversitesi de dahil olmak üzere hangi vakıflara ve şirketlere nasıl kredi verdikleri, hangi şirketlerin borçlarının yapılandırıldığı, kimlerin hangi yöntemlerle kurtarıldığı, kimlerin ise batmasına seyirci kalındığı şeffaf bir şekilde ortaya konmalıdır.
-Bu araştırma ve soruşturma neticesinde objektif hukuki kriterlerle izah edilemeyen varlıklar ve kaynaklar Hazineye intikal ettirilerek bir ‘yetim ve yoksul’ fonu oluşturulmalı ve bu fon yetimlere, öksüzlere, şehit yakınlarına, gazilere ve sayıları her geçen gün artan işsizlere dağıtılmalıdır.
-Böylesi bir sürecin işletilmesi her zaman samimi bir şekilde savunduğum şeffaflık ilkesinin de hayata geçirilmesini sağlayacaktır. Telaşa mahal yoktur ve hiç kimse tereddüt etmemelidir. Yaşanan bütün bu süreçler, ne kadar üzücü olursa olsun, gerçek hukuk devletinin, demokratik hakların ve özgürlüklerin, adaletin ve şeffaflığın egemen olacağı günlerin habercisidir.”
Görüldüğü üzere, bu açıklamaların bizatihi kendisi birer suç duyurusu niteliğindedir.
Anayasa’nın 47. maddesinde, Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin mülkiyetinde bulunan işletme ve varlıkların özelleştirilmesine ilişkin esas ve usullerin kanunla gösterileceği belirtilmiş, 4046 sayılı Kanun ile de kuruluşların “ekonomide verimlilik artışı ve kamu giderlerinde azalma sağlamak” amacına yönelik olarak gerçek kişilere veya özel hukuk tüzel kişilerine devri suretiyle özelleştirmenin esas ve usulleri düzenlenmiştir.
Kısaca ifade etmek gerekirse; dar anlamıyla özelleştirme, “mülkiyeti ve yönetimi devlete ait olan iktisadi üretim birimlerinin özel sektöre devri” olarak tanımlanmaktadır.
Nitekim, 4046 sayılı Kanun’un özelleştirme uygulamalarına ilişkin olarak öngördüğü temel amaç; “ekonomide verimlilik artışı ve kamu giderlerinde azalma sağlamak” olduğundan, özelleştirme kapsam ve programına alınan kuruluşlara ait taşınmazlarla ilgili olarak öncelikle bu amaç doğrultusunda tasarrufta bulunulması gerektiği ve “bedel karşılığında devir” ilkesinin temel amaç olduğu açıktır.
Diğer yandan, 4046 sayılı Kanun’da, “özel sektöre devir” ilkesinin istisnası olarak, milli güvenlik ve kamu yararının gerektirdiği durumların ortaya çıkması hâlinde, özelleştirme kapsam ve programındaki kuruluşların ya da bu kuruluşlara ait taşınmazların gerçek kişilere veya özel hukuk tüzel kişilerine özelleştirme yoluyla devri yerine, kamu kurum ve kuruluşlarına, kamu tüzel kişiliğine sahip eğitim kurumlarına ve mahalli idarelere bir bedel karşılığında ya da “bedelsiz” olarak devrine imkân tanınmıştır.
Ancak, 5018 sayılı Kanun uyarınca, kamu idarelerine ait bir taşınmazın mülkiyetinin “bedelsiz devri” için, öncelikle devredilenin 5018 sayılı Kanun’da belirtilen kamu idarelerinden biri olması gerektiği kuşkusuzdur.
Kamu tüzel kişiliğini haiz yükseköğretim kurumu olan vakıf üniversitelerinin ise 5018 sayılı Kanun’da belirtilen kamu idarelerinden biri olmadığı, bu itibarla vakıf üniversitelerine mülkiyetin devri yoluyla kamunun mülkiyetindeki bir taşınmazın “bedelsiz” olarak devredilmesinin mümkün olmadığı açıktır.
Nitekim Danıştay 13. Dairesi de yukarıda zikredilen kararında aynı gerekçelerle “bedelsiz devir” işleminin iptaline hükmetmiştir.
4271 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda Vakıflar, “gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal toplulukları” olarak tanımlanmıştır.
Sürekli bir amaca özgülenecek mal varlığı yeterli miktarda olmalıdır ki, kamunun mülkiyetindeki bir taşınmazın “bedelsiz” olarak devrine tevessül edilmesin…
Vakfın amacı ne kadar ulvi olursa olsun – ki geleneksel anlamda tüm vakıflar yüksek ve yüce amaçları gerçekleştirmek üzere, dini anlamda “hayır” yapmak amacıyla kurulurlar- kamuya ait olan bir taşınmazın bedelsiz devralınmasını haklı çıkaramaz.
Dolayısıyla; yapılan bu hukuksuz işlemin tarafı olmak, “vakıf üniversitesi” niteliğinde olan bir kurum için en hafif tabirle utanılması gereken bir durumdur.
Bu mevzu, Türkiye’deki vakıf sorununun tartışılması için de bir vesile olmalıdır. Son dönemde sıkça gündeme gelen vakıfların, bir takım devlet yetkililerinin özel himayesi altında nasıl süratle büyüyüp gayrimenkul zengini kurumlar haline geldikleri ve birileri için âdete zenginleşme aracı olarak kullanıldıkları incelenmeli ve ortaya dökülmelidir. Bu hususta savcılığınızın re ’sen harekete geçmesinin önünde hiçbir hukuki engel bulunmamaktadır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında 2013 yılında alınan tahsis kararının dayanağı olan Özelleştirme Yüksek Kurulu kararının (28/11/2008 tarihli, 67 sayılı ve söz konusu taşınmazın Hazineye tahsisi yönündeki), Danıştay 13. Dairesinin 10/12/2014 tarihli, E:2010/2932, K:2014/4155 sayılı kararıyla iptal edilerek ortadan kaldırıldığı göz önüne alındığında, bu karara dayanarak tesis edilen tahsis işlemi de hükümsüz hale gelmiştir. Böylece, Cumhurbaşkanı başkanlığındaki heyetin aldığı tahsis kararının usulsüz ve hukuka aykırı biçimde alındığı hususu yüksek yargı kararıyla da tescillenmiştir. Bu durumda; bu kararı alanlar yönünden TCK m.257’de düzenlendiği şekliyle açıkça “görevi kötüye kullanma” suçu oluşmuştur.
Yukarıda yer verilen aktarımlardan da anlaşılacağı üzere; dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu başkanlığındaki heyet tarafından, söz konusu vakıf üniversitesine bu şekilde bir bedelsiz devir işleminin yapılamayacağını, “Tahsisini yapan ben olduğuma göre, daha sonra malum zat başbakan olunca, bu tahsisi Şehir Üniversitesi’ne mülkiyete dönüştürmüştür. Türkiye’de hiçbir üniversiteye tapu ile mülkiyet devri yoktur, olmamıştır.” şeklinde net olarak ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, hukuka aykırı olarak yapılan bedelsiz devir işleminden, devrin yapıldığı tarihten itibaren haberdar olduğu açıktır. Aksi bir durum hayatın olağan akışına aykırıdır.
O halde; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, bu işlem hakkında elinde bulundurduğu denetim imkanlarını (Devlet Denetleme Kurulu gibi) harekete geçirmediği gibi yargı makamlarına da suç duyurusunda bulunmamış olması, TCK 257, 278 ve 279. maddelerinde düzenlendiği şekliyle açıkça “görevi ihmal” ve “suçu bildirmeme” suçlarını oluşturmaktadır.
Yine; Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yapılan açıklamalarda, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kendisini arayarak, hukuka aykırılığı yüksek yargı kararlarıyla tescillenen ‘bedelsiz devir’ işlemine, yargı kararını etkisiz kılmak pahasına yeniden geçerlilik kazandırılarak, söz konusu hazine arazilerinin Şehir Üniversitesine devri yönünde telkinde bulunduğu ifade edilmiştir. Böylece; eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yönünden, TCK m. 255’de düzenlendiği şekliyle “nüfuz ticareti” suçunun oluştuğu açıktır.
Öte yandan; 2015 yılında alınan ‘bedelsiz devir’ işlemi yönünden ise, yukarıda yer verdiğimiz açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, 2013 yılındaki tahsis işleminin iptal edilmesine rağmen, söz konusu yargı kararını işlevsiz kılmak amacıyla (Şehir Üniversitesinin 09.12.2019 tarihli basın açıklamasında belirtildiği üzere, söz konusu iptal kararını uygulamamak adına, bürokratik bir çözüm bulmak amacıyla!!!) (Sayın Ahmet Davutoğlu’nun 07.12.2019 tarihli basın açıklamasında belirttiği üzere; “Danıştay’ın tahsis işlemini iptal etmesinden sonra yukarıda zikredilen yasaya uygun olarak zorunlu olarak yapılmıştır.”) daha önce hiçbir vakıf üniversitesine yapılmadığı halde bedelsiz mülkiyet devri yoluna gidilmesi, bu kararı alanlar yönünden TCK m.257’de düzenlendiği şekliyle açıkça “görevi kötüye kullanma” suçunu oluşturmaktadır.
Ayrıca; tahsis işlemi dahi dayanaksız kalmışken, yargı kararına rağmen bedelsiz devir işlemi şeklinde bir tasarrufta bulunulması evleviyetle hukuksuzdur ve üstelik “kanununa karşı hile” mahiyetinde kötü niyet barındırdığı açıktır.
Ekonomik değeri oldukça yüksek olan söz konusu taşınmazın Şehir Üniversitesi’ne bedelsiz olarak devredilmesi neticesinde, anılan Üniversitenin aynı taşınmazı teminat olarak göstermesiyle 300 milyon TL gibi yüksek bir kredi kullanımı mümkün olmuştur. Bahis mevzu olan devir işlemini Danıştay’ın hukuksuz bularak iptal etmesi nedeniyle kullanılan bu kredi de teminatsız kalmıştır.
Burada, ceza kanunu anlamında dolandırıcılık suçunun oluşup oluşmadığı hususu elbette yargı makamlarının takdirindedir. Ancak; Cumhurbaşkanı sıfatını haiz bir devlet yetkilisinin böyle bir ithamda bulunmuş olması, bu iddiayı açıkça dillendirmesi nedeniyle, söz konusu “bedelsiz devir” kararının altında imzası olan yetkililerin bu suç bakımından sorumluluklarının bulunup bulunmadığı en azından araştırılmayı hak etmektedir.
Yapılan tahsis ve bedelsiz devir işlemleri neticesinde, kamu taşınmazları bir vakıf üniversitesine adeta peşkeş çekilmiş; kamu milyonlarca lira zarara uğratıldığı gibi, yaşanan son olaylar neticesinde bu kurumda çalışanlar, eğitim gören öğrenciler ve veliler de mağdur edilmiştir.
Görüldüğü üzere; Danıştay kararlarıyla hukuka aykırılığı ortaya konulan tahsis ve devir işlemlerine ilişkin tüm bu kararları alan, bu kararları uygulayan, bu kararlar üzerinde denetim yetkisi bulunduğu halde görevini yerine getirmeyen, söz konusu işlemleri yargı makamlarına taşımayan, yüksek yargı kararlarını uygulamayan ve söz konusu kararları işlevsiz hale getirmek amacıyla iş ve işlemler yapan sorumluların suç işledikleri ve cezalandırılmaları gerektiği açıktır.
Tüm bu nedenlerle; dilekçemizde ifade ettiğimiz ve suç teşkil eden işlem ve eylemlerin faili, isimleri yukarıda belirtilen kamu görevlileri ile Başsavcılığınızca re’sen araştırmayla tespit edilecek diğer şahıslar hakkında, görevi kötüye kullanma, suçu bildirmeme ve nüfuz ticareti ile yine Başsavcılığınızca tespit edilecek diğer suçlar bakımından ceza soruşturması başlatılarak, soruşturma neticesinde şüphelilerin cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmasını talep ederim. 19.12.2019
Müşteki
PROF. DR. ABDURRAHİM KARSLI
Ek-1: Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında aldığı 09/12/2013 tarihli, 2013/199 sayılı karar
Ek-2: Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun Ahmet Davutoğlu başkanlığında aldığı 29/05/2015 tarihli, 2015/32 sayılı karar
Ek-3: Danıştay 13. Dairesi’nin 04.07.2019 tarihli, E:2018/361, K:2019/2359 sayılı kararı