Kıvanç, şunları söyledi:
Adam Smith, “ticari malların geçtiği sınırlardan askerler geçmez. Barış, dostluk, kazanç oluşur” der. Piyasa, liberalizm ve demokrasi üzerine konuşmak istiyorum. Aslında Türkiye’de bu güne kadar doğru düzgün bir piyasa ekonomisi uygulama alanı bulmadı. Demokrasi ise sadece seçimden seçime sandığa oy atma olarak düşünüldü. Liberal demokrasinin anladığı anlamda özgürlükler anayasal devletin sınırlanması, hukuki murakabe hiç ama hiç olmadı, kendiliğinden işleyen piyasa ekonomisi de olmadı. Cumhuriyet’in 100 yıllık geçmişinde tüm yaşam alanları, siyaset, özgürlükler, insan hakları, yargı sistemi, parlamento bugünkü gibi devletin kontrolündeydi. Piyasa da bu devlet kontrolü uygulaması dışında değildi… Yöneticiler, politikacılar, siyasetçiler serbest piyasadan liberal demokrasiden bulaşıcı hastalıktan kaçar gibi kaçtılar. Türkiye’de tüm liberal değerler suiistimal edilerek yozlaştırıldı. Özelleştirme kap kaç zenginlik aracı oldu… Özgürlük, anlamı dışında kavga aracı oldu. Devlet işletmelerinin özel kişilerce işletilmesi ve rekabete açık dünya standartlarına uygun hale getirilmesi, siyasi yönetimce yandaşa yok pahasına satılıp fabrikanın kapanmasına, arsaya inşaata dönüştürüldü. Özgürlükler ülkeyi böler anlayışı ile ülke yasaklar cumhuriyeti oldu. Anayasaya uygunluk rafa kaldırıldı. Adalet ve hukuk, kanun benim anlayışına dönüştü. Parlamento, milletvekilliği parti genel başkanlarının ulufe dağıttığı makam haline geldi. Maalesef Türkiye, bir siyasi belirsizlik içinde tek adam otoriter sisteme taşındı. Cumhuriyet’in son 65 yılını beş darbe içinde; tehdit, korku, baskı altında yaşayan bir ülkede demokrasi olmayacağı gibi Cumhuriyet de hayat bulmaz. Cumhuriyet’in olmadığı bir ülkede vatandaşlık kavramı ve ulus olma bilinci de darma dağınık olur. Korkunun, gururun, nefret ve milliyetçiliğin hâkim olduğu popülizm denilen çoğunluk tiranı bir yönetim içinde yaşıyoruz. Türkiye 20 milyon insanına bedava yiyecek, giyecek veren bir ülke olmuş. Bedava yaşam tembelliktir, üretimden uzaklaşma ve insanlıktan kaçmadır. Bedava yaşamın maliyeti tüm insanlara yansıyan vergidir, vergi de çalışan mükelleflerinin üstünde kalan yüktür. Türkiye kendini değiştirmeli, yenilemelidir… Orta doğu zihniyetinden, otoriter yönetim anlayışından, tiranlıktan çıkılmalı, rıza ve muvafakata dayalı, halkın bizzat yönetimi olan demokrasiye dönmelidir. Katılımcı, şeffaf, hesap veren, insancıl demokrasiye yani liberal demokrasiye dönmelidir. Fransız kamu yönetimi hocası Leon Dugiu, “nasıl denize girmeden yüzme öğrenilmezse, demokrasiyi öğrenmek için demokrasi uygulaması içinde olmaya ihtiyaç var” der… Bugünün siyasi sistemini, adalet içerikli hukuk devleti haline getirmeli; yolsuzluğa, suiistimale, kanunları dolanma ve hileye dönüştürenlere karşı engel ve set çekecek bir karaktere taşımalıyız. Yargıyı bağımsız, özgür ve özerk kılarsak, hukukçuları bilge hale taşırsak, o ülkede keyfi idare, korku, nefret birbirine düşmanlık kalır mı? Anayasa Mahkemesi kararları uygulama alanına taşınırsa, keyfi idare adam kayırma, eş dost kollama ülkede kol gezer mi? Parlamento, milletvekilliği seçimini doğru dürüst kurarak, halkın katılımını şeffaflık üzerinden inşa eder. Siyaseti genel başkan vesayetinden kurtarırsanız, o parlamento iş takibinden adil ve düzgün kanun yapılan mahal ve haksızlıkları önleme mahalli haline gelmez mi? Hukuku, evrensellik noktası içinde görüp evrenselliğe taşırsınız; özgürlüğü, insan haklarını, insanca yaşamı teminat altına almış olmaz mısınız? Devlet görevlerine sınırlar koyarsanız, iktidarın gelişi güzel piyasaya müdahalesini kontrol altına sokmaz mısınız? Bugünkü gibi gün aşırı petrol, gıda, elektrik, şeker, un zammı yaşar mısınız? Devleti sınırlarsanız vatandaşın şahsiyetini, insanca yaşamı ve liberal demokrasiyi öne çıkarmaz mısınız?