Merkez Parti Genel Başkanı Abdurrahim Karslı partiyi kurduktan kısa bir süre ROTAHABER’den Ünal Tanık’a bir röportaj verdi.
Karslı, Türkiye’deki gelişmeler ile ilgili soruları içtenlikle cevapladı. “Siyasetin temeli hak ve hukuk olmalı” diyen Abdurrahim Karslı’nın ROTAHABER’de yayınlanan röportajını okumak için tıklayınızMerkez Parti adıyla bir parti kuran hukukçu ve aynı zamanda da işadamı olan Prof. Dr. Abdurrahim Karslı, çarpıcı iddialarla ortaya çıktı. AK Parti iktidarının yola çıkarken belirlediği bütün prensiplerden uzak bir yerde olduğunu ifade eden Prof. Karslı, AK Parti yönetimini bir hatm-i şerif okuyup bu işi bırakması çağrısı yaptı.
Dış politikanın taviz üzerine, iç politikanın ise parsa dağıtmak temeli üzerine oturduğunu ifade eden Prof. Karslı, çok kritik bir de soru sordu: “Acaba, dağ başında tek başına vefat eden Muhsin Yazıcıoğlu mu muvaffak oldu, Tayyip Bey mi?” Karslı’nın, Erdoğan’ın sadece Gülen Cemaatine değil, öteki cemaatlere karşı da tespitleri ilgi çekici. Cemaatlere imkanlar sağlayan iktidarın onların bir elini bağladığını ve onları STK olmaktan çıkardığını söyledi. Prof. Karslı’ya göre, hükümet cemaatleri önce besledi şimdi de bir bir yok etme peşinde.
Prof. Abdurrahman Karslı adını yıllardan bu yana duyuyorum. 2000’li yıllarda bir dönem ülkede fırtına estiren Raks grubu şirketlerini icradan alması ile adı ön plana çıktı. Sonra epey süre medyada adı duyulmadı. Bir süredir ise yeni bir parti kurma çalışmaları ile adından söz ettirir oldu.
Daha kendi ağzından parti kuracağına dair bir söz duyulmadan hakkında medyada pek çok haberler yer aldı. Ortak bir dostumuz aracılığıyla bir röportaj yapma talebimi ilettim. “Evet” cevabını aldım ama bir şarta bağlı idi. Partiyi kurduktan sonraki ilk röportajı Rotahaber’e verecekti.
Geçtiğimiz hafta sonu Çamlıca’daki ofisine davet etti. Küçük Çamlıca eteğinde, Marmara’ya bakan görkemli villa çalışma ofisinden ziyade bir tatil mekanını andıran sakin ortamında buluştuk. Ofisinin duvarlarında yer alan tablolar arasında Bediüzzaman Said Nursi’nin hatıralarını barındıranları da vardı.
Sonra ofisin yan tarafındaki konutuna geçtik. Keyifli bir sohbet ortaya çıktı. Ben aklıma gelen her soruyu bütün açıklığı ile sordum, Merkez Parti’nin çiçeği burnundaki Genel Başkanı Prof. Karslı da aynı açıklıkla cevapladı.
– Türkiye’de seksen civarında parti var. Bir parti daha niye kurulur?
– Siyasetin asli unsuru partidir. Fakat Türkiye’de siyaset ve partiler bizim bildiğimiz bağlamda bir siyaset ve particilik yapmıyorlar.
– Ne demek bu?
– Siyasetin genel tarifi şu. İnsan belli bir noktaya gelmiştir. Madden ve manen doyuma ulaşmıştır. Bilgi birikimi vardır imkanları vardır. Der ki ben artık bu bilgi ve imkanlarımı halimi vaktimi birazcık da milletim için devletim için insanlar için müsbet bir faaliyet için harcayım. Siyaset aslında fedakarlık mesleğidir. Ben vaktimden evladımdan zamanımdan bir şeyler ayıracağım. Bu memleket bana çok şey verdi dolayısıyla ben de biraz memleketim için bir şeyler yapmalıyım. Siyasetin temeli esası budur. Bu niyetle başlamalı. Dolayısıyla fedakarlık hissinin biraz zarar gördüğünü hissettiği anda siyasetten çekilmeli. Normal siyaset budur. Türkiye’de ise siyaset, hani bu kadar çok siyasi parti var ya, insanların veya bir fikrin bir yerden bir yere taşınması mesleğidir. Siyasette ben bir şeyler elde edeceğim, benim bir fikrim var bu fikri topluma empoze edeceğim. Türkiye’de siyaset böyle yapılıyor.
– Sizi parti kurmak için harekete geçiren şey ne oldu?
– Bu siyaset temelden yanlış. Bu tarz siyasette sıkıntı olmaması mümkün değil. Daha treni baştan yanlış bir raya koyuyorsunuz. Bir kere bu siyasette biz ve ötekiler diye bir anlayış var. Siyasetinizin temeli buysa ne kadar biz büyürsek büyüyelim ötekiler yandı tabiri caizse.
SİYASETİN TEMELİ HAK VE HUKUK OLMAZSA…
– Bu siyasetin doğasında yok mu sizce?
– Asıl demokrasinin doğası o değil. Demokrasi biz ve ötekiler diye değil BİZ diye örülen bir ağdır. Demokrasinin temeli budur. Demokraside bizde şimdiye kadar Türkiye’de yapıldığı gibi siyaset yapılmaz. Siyasetin esasına bakalım. Birincisi bazı partiler vardır dini esas alarak siyaset yapar. Bazı partiler milliyetçiliği esas alır. Bazıları tarihe mal olmuş bazı şahsiyetleri esas alarak siyaset yaparlar. Dini esas aldığın zaman bizden olanlar ve olmayanlar diye bir şey ortaya çıkar. Menfi veya müsbet milliyetçiliği esas alarak siyaset yaptığınız zaman ise bizden olanlar ve olmayanlar olur.. Tarihe mal olmuş bir şahsiyete göre yaptığınız zaman da hakeza..
Siyasetin esası şu olmalı. Başlangıç noktası hak ve hukuk olmalı. Din, milliyetçilik ve ideolojiler değil… Hedefi ise milletin menfaatini gerçekleştirmek olmalıdır. Esasımız temel hak ve hukuk ve hedefimiz ise milletin menfaati… Hangi yolla kat edeceğiz bu yolu peki? Mevcut pozitif hükümler ve bilim kaideleri olmalı. Böyle bir siyasette benim milleti bölmeme gerek kalmaz. Öbür türlü siyasette hiç mümkün mü Türkiye’de çatışmanın olmaması? Din esasına göre siyaseti yapınca, mesela Erbakan ne diyordu, cihat… Şimdi nereye geldik? Kurtuluş harbi yaşıyoruz. Kimi kimden kurtaracağız? Türkiye’de siyaset o kadar yanlış ki tarifi mümkün değil. Cumhuriyetin ilk tesisinde bu yanlışlar başladı.
BU ÜLKEDE TARTIŞILMAZLARI TARTIŞMAYA AÇMAK LAZIM
– Neler yanlış yapıldı o zaman?
– O zaman adalette hakimlere yapılan bir tembih var. Sizin asıl maksadınız devrim kanunlarını hayata geçirmek. Adaleti tesis etmek değil. Devrim kanunlarında adalete mugayir bir nokta varsa önemli değil. Önemli olan devrim kanunları. Böyle bir şey olur mu hiç? Böyle bir hayat tesis edilir mi? Devrim kanunlarını tartışmayacaksınız diyorsunuz insanlara… Belli şahısları da tartışmayacaksınız. Zaten bu ülkede tartışılmazlar var. Şahıslar var, tabular var, tartışılmaz tarikatlar ve şeyhleri var.. Var var var… Bunların hepsini tartışmaya açmak lazım. Başka türlü insan insan olamaz.
Hukuk açısından düşündüğümüzde insanın doğuştan hak ve hürriyetleri var. Bu beşer hukukudur. İslam hukuku açısından “görmüyor musunuz, düşünmüyor musunuz, akletmiyor musunuz?” diyor… Akıl üzerine tesis edilmiş bir din akıl üzerine tesis edilmiş bir hayat. Akıl olmasa zaten dinle mükellef bile değilsiniz. Akıl olmazsa kainatın bir kıymeti yok. Bir an için felsefi olarak düşünelim. Akıl yok kainatta… O zaman düzen yok intizam yok. Ama Türkiye’de ortaya çıkan her fikir ve ideolojide aklınızı birinin cebine koyuyorsunuz.
KUR’AN’IN 4 TEMELİNDEN BİRİ ADALET
– Sürekli adalet kavramını vurguluyorsunuz? Sizin siyasetinizin temeli nedir tam olarak?
– Türkiye’de adaleti bırakın yaratılışa aykırı fıtrata aykırı işler var. Şuraya ekilmiş bir tohum var. Bu tohumun özelliği neşv ü nema bulup çiçek olmaktır. Tohumun fıtratında var. Sunun fıtratında donunca genişlemek var. Tunç demirin içine de koysanız o su tunç demiri de parçalar. Veya yumurtanın fıtratında civciv olmak özelliği var. İnsanın fıtratında da adaleti hürriyeti arama meyli var. Fıtratına uygun bir hayatı arama özelliği var. Bir şeylerle münasebet tesis etme arzusu var. Hürriyet arzusu var.
Kuran’ın dört esası var. Biri tevhid biri nübüvvet biri haşir biri de adalettir. Adaletiniz yoksa sizin rüku ve secdenizin de bir kıymeti yok. Adaletinizin yoksa İstanbul’un tapusu elinizde olsa da bir kıymeti yok. Ben adaleti çok anlatıyorum. Siyaseti de kendim için mecburi istikamet olarak görüyorum. Türkiye’de hiçbir şey adetullah kanunlarına adalete uygun yapılmıyor.
SİYASETE ÇARESİZLİK YÜZÜNDEN GİRDİM
– O zaman bir takım yaşanan şeyler sizi kızdırmış olmalı. Siyasete girme sebebiniz de bu gibi görünüyor.
– Hayır kızdırmak değil. Benim siyasete girme sebebim çaresizlik. Zaten diyorum ki ne yapacağım siyasette? 40 yıldır okuduğumu ve bildiğimi söyleyeceğim. Dar dairede ne okudumsa geniş dairede de bunu söyleyeceğim. Türkiye’de hiçbir şey ne bugünkü pozitif hukuka, temel hak ve hürriyetlere, ne de fıtrata uygun yapılıyor. Herkes kendi fikrinin müfsidi olmuş. Müslümanım diyen bir insan kendi inancını tatbik etmiyor.
Din muamelattır diyor İslam alimleri. Yani yaşayış biçimi kazandırmalı din insana. Ama inancıyla söylediği ve yaptığı arasında çok fark var. Milliyetçilik mesela milletini sevmektir. Ama sadece İstanbul’da milletini sevmek değildir. Diyarbakır’da dağa kaçırılmış bir çocuk varsa onun annesi ağlıyorsa onunla birlikte üzülüp ağlamaktır. Milliyetçilik kaybolan günlerdir haber alınmayan rehinelerin durumunu merak etmektir sormaktır. Yoksa milliyetçilik bir cumhurbaşkanı adayı açıklanacak çok güzel bir salonda dört bin kişinin içinde olmak değildir. Bunları bilen insan vicdanen rahatsızlık duymalı. Bu kadar hadise varken biz kendi kendimize bir şeyler oynuyoruz. Türkiye’de demokrasi ve siyaset komedi. İnsanlar için önüne koyulan bir oyun. Ara ara basamaklar rol yapılan bir işler ve o rollere göre devam eden bir hayat.
İNSANLAR BİRARAYA GELDİĞİNDE ORTAYA ÇIKAN İKİ BİLİM
– Siz bu düşündüklerinizi bir siyasi parti kurmak yoluyla değil, STK aracılığıyla da gündeme getirebilirdiniz.
– Hangi fikri anlatmak isterseniz isteyin arkasında bir siyasi güç yoksa tesiri olmuyor. Hz. Osman’ın bir sözü var. İnançlı bir insanın en basit söylemesi gereken şey doğruları söylemek ve yanlıştan alı koymaktır. Anladım ki bunun arkasında bir kuvvet olmayınca bunu da tesis etmek mümkün değil. İnsanlar bir araya geldiği zaman iki ilim mutlaka tecelli eder. İnsanlar bir araya gelmek zorundadır.
İnsan yaratılış itibariyle sosyal bir varlık. Bir araya geldiği zaman iki ilim tecelli eder. Birisi siyaset biri ise hukuk. Siyaset bir araya geldiğiniz zaman söz söyleme sanatıdır. Şu anda benim sizinle siyaset konuşmam gibi… Çünkü yer edinmeye ve usulüne uygun söz söylemeye çalışıyorum. Hukuk ise bu hayata ölçü getiren bir ilimdir. Bu tecelli eden iki ilimden hukuk önde gider siyaset arkadan gelirse ölçülü gideceği için adalet tevzi edilir. Eğer siyaset öne geçer hukuk arkadan giderse zulüm tevzi edilir. Türkiye’de siyasette hep siyaset önde gitmiştir. Hiç hukuk öne geçmemiştir. Türkiye’deki siyasetin ölçüsü yok. Hayatın ölçüsü yok. İnsanlar sadece günübirlik kafasındakine göre siyaset yapıyor. Herkes aklındakini mutlak doğru ve nass kabul ediyor ve topluma onu giydirmeye çalışıyor. Hiçbir zaman da başarılı olamıyor.
BİZ HER FİKRE AYNI MESAFEDEYİZ
– Partinizin adına Merkez Partisi dediniz. Neden bu isim? Merkez kavramıyla hem sağa hem sola kucak açan bir tavır mı ortaya konmuş oluyor?
– Bir kere merkezin fiziki bir tabiri vardır. Merkez bütün noktalara aynı uzaklıkta olan demektir. Biz her fikre aynı mesafedeyiz aynı mesafede duruyoruz demek için bu ismi kullandık. İkincisi merkez aynı zamanda bir şeyin üretildiği yerdir. Bu parti hem herkese aynı uzaklıkta hem de bundan sonra güzelliklerin hayrın adaletin hukukun ahlakın hayatta ne ihtiyaçsa ve güzel ne varsa onların üretildiği bir yer.
Merkezde biz evvela kendimizden başlayarak düşündüğümüz fikirleri tesis ederek sonra geniş daireye açılarak gitmek istiyoruz. Merkez bir başka manada herkesin bulunduğu fotoğrafın içinde göründüğü bir yerdir. Yani Merkez ismini kullanmamızın birçok sebebi var. Din üzerine siyaset yapmayacağız, milliyetçilik üzerine siyaset yapmayacağız, ideolojiler üzerine yapmayacağız. Peki neyin üzerine yapacağız? Temel prensipler dünyada kabul görmüş prensipler üzerine siyaset yapacağız. İşte bu merkezdir… Temelinde, adalet, ahlak, temel hak ve hürriyetler, uluslar arası kabul görmüş prensipler, insanın yaratılış itibariyle fıtratının aradığı her şey güzellikler var. Merkez’de insan var. Her şey insan için diyoruz sloganımızın birinde.
Diğer bir sloganımız da ise ‘Biz bir aileyiz’ diyoruz. Ne ailesi? Bütün bu güzellikleri arayan insanlardan müteşekkil bir aile… Biz sırf insanlardan da müteşekkil değiliz. Biz bir kainat ailesiyiz. Yani benim şu ağaçla bir irtibatım var. Güneşle bir irtibatım var bu benim için. Bu suyla bir irtibatım var bu da benim için… Benim öten bülbül ile çıkan gül ile bir irtibatım var. Biz bütün kainat ailesine hitap etmek isteyen bir aileyiz. Kainatın merkezi insan. Bizim siyasetimizin değil kainatın yaratılmasının sebebi de insan. Dolayısıyla insan merkezli bir siyaset, hukuk, ahlak, düşünce ve tefekkür merkezli bir siyaset… Biz hayatı yeniden inşa etmek istiyoruz sadece siyaseti değil.
“PARTİ KURMAM LAZIM DEDİĞİM TARİH”….
– “Benim fikirlerimi siyasi platforma taşımam lazım” dediğiniz tarih tam olarak ne zamandı?
– 2011 yılıydı… Ben 1964’te Erzurum’da doğdum… İlkokulu okudum sonra yatılı okula gittim. Bir kere daha yatılı okuldayken biz bu fikirlerle haşir neşir olmaya başladık. Benim beraber çalıştığım arkadaşlarımızdan bir tanesi benim yatılı okulda 10’lu yaşlarda tanıdığım bir arkadaşım. Ömer Haluk Pirimoğlu.. Yavuz Selim Öğretmen Lisesi’nde bizim edebiyat hocamızdı. Bu fikirleri düşünürdük biz. Hatta o zaman esaret altında olan Türkler için ağlardık biz. Nasıl yaparız ne yapmamız lazım diye düşünürdük. Milletin memleketin menfaatini düşünürdük. Yavuz Selim öğretmen lisesini bitiremedik. Okulumuz kapatıldı. Ben liseyi Pasinler Lisesi’nde bitirdim. Sonra hukuk fakültesine kaydoldum. Hukuka kaydolunca mevcut beşer hukukuyla birlikte İslam hukukunu da okumaya başladım. Sonra üniversiteyi bitirdim.
Bir hocamız bizi davet etti. Saim Üstündağ, sosyal demokrat bir hocamızdı. Hocamızla çalışmaya başladım. Ama akademik kariyerimde hep sıkıntılar çektim. Neden? Çalışmamak sebebiyle değil.. Hep bu sağ-sol fikirlerinden ötürü… Hep karşıma bunlar çıktı. Akademik kariyer bitti. Kemal Alemdaroğlu gibi bir insanla çalışmak durumunda kaldık. Sonra AK Parti çıktı ortaya… Bütün hukuksuzluklara karşıyım dedi. Bir çoğunu da tanıyorum. Beraber büyüdük. Hz. Ömer kıssalarını onlarla beraber okuduk… Dicle’nin kenarında bir koyunu kurt kapsa adl-i ilahi Ömer’den onu sorar… Böyle insanlar olunca… Bakanlık yapan insanlardan bazıları mesela ev arkadaşımdı.