Ekonomi

22 Mayıs 2018

Ekonomik ve finansal küreselleşme, özellikle kalkınmakta olan ülkeler için bazı fırsatlar vermiş olmakla beraber; milli ekonomilerin sürdürülebilir büyüme, yoksulluğun azaltılması, gelir dağılımında adaletin gözetilmesi, sosyal refahın korunması, istihdam oluşturulması, kara paranın önünün kesilmesi, yolsuzlukların önlenmesi, uyuşturucu maddelerinin üretim ve kullanımının daha etkin bir şekilde denetim altına alınması ve gayrimeşru kullanımın önlenmesi alanlarındaki politikalarının etkisini azaltmaktadır. Bu bağlamda ülkeler ve tüm dünya insanları için sosyal ve ekonomik ağır riskler küreselleşme ile meydana gelmektedir. Ana ülkede kazançları alan küresel finans, paraya ihtiyacı olan ülkelere kayar ve elde ettiklerini ana ülkeye –şirketlerine- gönderir; zengin daha zengin olur; eski tabirle bunun adı emperyalizmdi, şimdi küreselleşme oldu.

Çok ciddi bir şekilde geliştirilen küresel finans; küçük ekonomileri, kalkınma yolunda bocalayan ülkelerin mali ve sermaye yapısını tahrip etmekte, ülkelerin kaynaklarının finansal güç odaklarında toplanmasına neden olmasıyla da ciddi borç batağı yaratmaktadır. Küresel finans, dünyada borcu olmayan ülke bırakmamakta, ağır-geniş bir borç sarmalı oluşturmaktadır.

Netice itibarıyla küreselleşme toplumların genel refahını artırma yerine, geniş kitlelerin dışlanmasına, haksızlığa, eşitsizliğe neden olmaktadır. Diğer taraftan, dünyada oluşturulan aşırı likiditenin büyük ekonomilerde de yaratmaya başlattığı olumsuz gelişmeler nedeniyle sıkı para politikalarına yönelmeye başlamaları da, örneğin ABD Merkez Bankası’nın (FED’in) kıymetli kağıt alımlarına zaman zaman kısıtlama getirmesiyle dünyada dolaşan likiditeyi azaltması yükselen piyasalara (gelişmekte olan ülkelere) para akışı (sıcak parayı) kısıtladığı için, Türkiye dâhil bu ülkelerde döviz sıkıntısı başlatmış, borçlanma imkanları kısıtlanmış ve borçlanma maliyetleri yükselmiştir.

Ayrıca, küresel sermaye bağlı hale getirilen Merkez Bankaları (T.C. Merkez Bankası dahil) politikalarının küresel sermayeyi kollayan, koruyan önlemler getirmesi; milli sermayelerin erimesine, büyük bankaların daha da büyümesine, küçüklerin yutulmasına sebebiyet vermiş, mali tekeller oluşturmuştur.

Hal böyle iken, ülkelerin küresel koşullara kendi çıkarlarını azami bir şekilde koruyarak uyum sağlama kabiliyeti son derece önem arz etmektedir. Ülkelerin tüm resmi-özel kurumsal yapılarını yenilemesi, yeni üretim, pazarlama-ihracat tekniklerini- donanımlarını geliştirmesi kaçınılmaz olmuştur.

Aslında ekonomide para politikası, iktisat politikasının önemli bir ayağıdır. Malum, para politikasını ekonomi yönetimi belirler. Fakat, küreselleşme sürecinde hiçbir ekonomi kendi para politikasını belirleyemiyor; dünya para politikasını belirleyemiyor; dünya para politikasını dolar yani küresel güç olan ABD belirliyor.

Çağımızda bilerek ciddi bir “likidite bolluğu” yaratılmıştır; bu bolluk aslında dijitaldir, elektronik paradır; bir köpüktür. Dünyada likidite olarak dolaşan nakit değil, değerleri her an değişebilen kıymetli kağıtlardır (Tahvil gibi).

Türkiye’de son dönemde, uluslararası likidite bolluğu ve Çin ile Hindistan’ın dünya üretim, ticareti ve ihracatında çok ciddi yeni rolü dikkate alınmamaktadır. Düşük kur- yüksek faiz politikası ile gelen para (sıcak para) bir taraftan ithalatı hızlı artırırken, ihracatı olumsuz etkilemekte, diğer taraftan da üretimde katma değeri azaltmakta ve kaynak transferlerinin artmasına neden olmaktadır.

Böylece cari açığın (döviz açığının), kamu ve özel kesim borçlarının artması, ileride Türk ekonomisi için ciddi darboğaz yaratmaktadır. İthalata dayalı üretim reel büyüme sağlayamamakta, istihdam yaratmamakta, yatırım yapılmamakta, istihdam yaratmamakta, yatırım yapılmamakta, tasarruf sağlayamamaktadır.

Türkiye’nin büyüyen dış finansa ihtiyacı giderek artmakta, ters yönlü sermaye çıkışlarına karşı kırılganlığı yükselmektedir. Türk ekonomisi sıcak paraya bel bağlamış, adeta pamuk ipliğine dönüşmüştür.

Partimiz bütün bu olumsuzlukların önüne geçilebilmesi için yeni “ekonomik önlemlerin ve hedeflerin” belirlenmesini bir milli görev olarak görmektedir.

Bu itibarla her şeyden önce yeni ve güçlü bir kamu yönetimi oluşturacak, özel sektörle iş birliği içinde yeni ekonomik ve mali stratejiler geliştirecektir.

Öncelikle düşük kur-yüksek faiz sarmalından ekonomi kurtarılacak, esnek kur politikası-reel kur politikası izleyecektir.

İhracata yönelik üretim politikalarına ağırlık verilecek, ithalata ağırlıklı üretimden giderek uzaklaşılacak; katma değeri yüksek olan, dünya piyasalarında rekabet gücü artan üretim yapısına geçilecektir.

Merkez Parti, Türkiye ekonomisi üzerindeki IMF ve Dünya Bankası gibi küresel sermayenin tetikçisi durumunda olan dış müdahaleleri sona erdirecek, milleti ve devleti için milli ve sosyal bir ekonomik politikayı hayata geçirecektir.

Merkez Parti, ekonominin amacının da, aracının da insan olduğu anlayışıyla; bireyin, toplumun ve devletin oluşturduğu kurumların, tam anlamıyla özgür ve akılcı bir ekonomik sistemin kurulmasını hedef almakta; bu amaçla ülkemiz ekonomisini yeniden yapılandırmayı amaçlamaktadır.

Merkez Partimiz, benimsediği “Sosyal Ekonomi Programı” ile devletin gerektiğinde, ihtiyaç duyulması halinde ekonomik faaliyet içinde yer almasını sağlayacaktır. Ancak devletin bu iştiraki makul olacak ve her düzeydeki çalışmalar verimlilik ve ehliyet esasına dayandırılacaktır.

Merkez Partimiz, ekonomik sistemin işleyişini yasalarla güvence altına alarak, tekelleşme ve tröstleşmeyi engelleyerek girişimciyi olduğu kadar, tüketiciyi korumayı da yasal düzenlemeler ve bağımsız, etkin yargı tesisi ile yerine getirecektir.

Merkez Partimiz, yukarıda da belirtildiği gibi ekonomiyi yeniden yapılandıracak; bu yapılanmada milli ve özel sektör esaslı ve sosyal içerikli ekonomi ele alınacaktır. Sosyal devlet ilkesi içinde devletin sınırlı ekonomik erki ve sınırlı denetim yetkisi sürdürülebilir bir milli ekonomi için kaçınılmazdır. Bu itibarla, jeopolitik, jeostratejik ve sosyal denge bakımından kaçınılmaz olan sektörlerde, devlet kendi yatırım, üretim ve yönetim faktörlerini harekete geçirecektir.

Serbest piyasa ekonomisi, çok geniş halk kitlelerini doğrudan etkileyen soysal devlet duyarlılığı içinde olacaktır. Her türlü sosyal ve ekonomik güvence, sosyal kurumlar, piyasa ekonomisinin işleyişi içinde ağırlığını koruyacaktır.

Vatandaşların ekonomik haklarını koruyan, sosyal adaleti, sosyal güvenliği ve fırsat eşitliğini sağlayan, devletin sınırlı denetimine tabi serbest piyasa ekonomisi; sosyal içerikli olarak yeniden yapılandırılacaktır.

Bu asla “iktisadi müdahalecilik değildir”; özel girişimciliği zorlayıcı ekonomik önlemler değil, aksine özel girişimin sosyal refahı da sağlayacak şekilde önünün açılmasıdır. Serbest piyasa ekonomisinin yarattığı sorunların çözümü, sosyoekonomik kurumlar ile sağlanabilir. Sosyal ekonomi Türkler tarafından yüzlerce yıl, hem Orta Asya’da ve hem de Anadolu’da uygulanmıştır (Lonca, ahilik sistemleri).

Yukarıda da önemle üzerinde durulduğu gibi IMF ve Dünya Bankası’nın ‘düşük kur-yüksek faiz’ stratejisine teslim edilen Türk Ekonomisi; bir taraftan giderek artan borçlanma kısır döngüsünden kurtulamamakta bir taraftan da çok yüksek faizlerle küresel getirim sınıfını beslerken, ortak vergilerle halkımız geçim sıkıntısı içine sokulmuştur. Türk Ekonomisinin kaderi uluslararası piyasalarda
paraya yön veren yatırımcılar ve fon yöneticilerinin elindedir.

Ne serbest kur, ne sabit kur ne de para kurulları, küreselleşmiş finans piyasaları nedeniyle ortaya çıkan sorunları ortadan kaldıramaz. Ekonominin gücü, uygulanacak kur rejimi üzerinde etkendir. Daha fazla döviz istikrarı ve daha fazla esneklik arasında dengeyi kurmak bir zorunluluktur. Ekonomik koşullara göre kur rejimlerini değiştirmek gerekir. Devletin doğrudan müdahalesi olmayan, piyasa güçlenince arz-talep dengesine göre belirlenen “esnek kur” rejiminin daha uygun olabildiğine inanıyoruz.

Partimiz yönetiminde, ülkeleri borçlandırmayı ve küresel sermayeye getirim sağlamayı esas alan IMF (Dünya Bankası, finans kapital) ipoteğinden Türk Ekonomisi kurtulacak ve iktisadi bağımsızlığımız yeniden sağlanacaktır.

Gerçek üretim yapmak için faizler aşağı çekilecek, sadece yüksek faiz için gelen döviz girişleri kademeli olarak yavaşlatılacaktır. Ucuz döviz girişi ve ucuz ithalat frenlenecek, üretim sektöründe rekabetlilik kazandırılacaktır. Bunun sonucu, ekonomi ucuz ithalata dayalı büyümeden üretim ve istihdama dayalı büyümeye geçecek, ihracat artacak, döviz kazancı artacaktır.

Kar amaçlı özel sektör ile kamu sektörü yanında üçüncü sektör olarak kabul edilen ‘Sosyal Ekonomi’, ekonomik sistemlerinin yarattığı toplumsal değersizliklerin aşılmasında önemli roller oynar. Kar amacı gütmeyen Üçüncü Sektör gerçek kooperatifçilik, yardımlaşma sandıkları ve ekonomik işler üstlenen dernekler ve vakıflar maddi ve mali araçları ile ekonomik gelişmede, istikrarda; gelir farklılıklarının yarattığı sosyal rahatsızlıkların azaltılmasında ciddi fonksiyonları vardır. İnsani değerleri üstün tutan, az gelir gruplarının yaşamını olumlu etkileyen sosyal karakterli bir iktisat sektörüdür. Sosyal ekonomi; 21. Yüzyılda giderek ağırlaşan ve derinleşen gelir dağılımı adaletsizliği, yüz milyonlarca yoksulluk ve açlık içinde bulunan insanlar için gerekli olduğu kadar, serbest piyasa ekonomisinin de sürdürülebilirliği açısından kaçınılmazdır.

Merkez Parti iktidarında, sosyal ekonominin gelişmesini sağlayacak yasalar çıkarılacak ve finans ortamı oluşturulacaktır. Yani sosyal ekonomi belirli bir hukuk yapısına ve teşvik sistemine kavuşturulacaktır.

Ülkemizde ekonomik risklerin yüksek olması, sosyal riskleri de beraberinde getirmektedir: Toplumda suçluluk artmaktadır. Terör- anarşi tırmanmaktadır. Etnik sorunlar çıkmaktadır.